13 Eylül 2015 Pazar

İNANMAKTAN VAZGEÇTİĞİMMİŞ ARADIĞIM

Ağzının kenarında maydanoz vardı. Lanet olası ağzının kenarında maydanoz vardı T’nin. Bu nasıl bir ciddiyetsizlik? Göreve çıkmadan önce lahmacun yemek de neyin nesi? Koca uzay gemisi leş gibi soğan kokuyor. Sırf bu yüzden yaz aylarında T ile göreve çıkmaktan nefret ediyorum. Hiçbir şey umurunda değil herifin. Geçen sene Haziran’daki göreve de kelle paça içip gelmişti. Öyle ağır sarımsak kokuyordu ki adamı uzay istasyonuna almadılar.

“İniş için bütün personel yerlerine. D-18 gezegenine dair brifinglerinize koltuklarınızda bulunan bilgisayarlardan ulaşabilirsiniz.”

İşte geldik sayılır. T heyecanlı görünüyor. İnişlerde hep heyecanlanır. Belli etmek istemez ama sol eliyle koltuğun kolunu sıkışından anlarım bunu. Garip bir adam T. Bir yandan ürkütücü bir yanı var, ne de olsa eski bir suçlu; bir yandan ise ürkek bir yanı var. Sert görünür, asabi takılır ama uyurken yastığına sarılır. Söylenenler doğruysa uzay görevlerine katılmadan önce yüksek güvenlikli bir hapishanede mahkûmmuş. Neden hapse düştüğü hakkında kimsenin malumatı yok aslında ama benim öğrenebildiğim kadarıyla çocuklarını öldürmüş. Söylediğim gibi, bunlar söylentiler. Ama doğru olma ihtimali bile bu adamı benim gözümde korkunç hale getiriyor. Düşünsenize, kendi çocuklarını öldüren bir katil başka insanlara neler yapmaz ki?

“İniş gerçekleşti. Alfa timi, görev için yerlerinize.”

İşte bizim sıramız. Alfa timi biziz; ben ve T. Görevimiz D-18’de keşif yapmak. Septon adında bir varlığı arıyoruz. Evet, doğru duydunuz; “varlık” dedim. Çünkü Septon’un ne olduğuna dair en ufak bir fikrimiz yok. Bildiğimiz tek şey doğaüstü güçlerinin olduğu ve dünyamızı yok ettiği. Evet, bir gün ansızın bir trajedinin ortasında bulduk kendimizi. Nereden geldiği belli olmayan bir saldırı ile karşı karşıya kaldı dünya. Dağlar devrildi, kıtalar okyanuslarda boğuldu, gök yarıldı. Milyarlarca insan ölümün müziğini dinleyerek yok oldu. Geride kalan bir avuç insanın ise hafızalarına kazınmış tek bir isim var: Septon. Kim bu Septon? Daha doğrusu, ne bu Septon? Bu saldırıdan sonra onlarca gezegene gittik. Aylardır eve dönmedik, sürekli seyir halindeyiz. Emirlerimiz açık: Septon bulunana kadar eve dönmek yok.

“Kapılar açılıyor. Kasklarınızı takın. Oksijen kontrolünüzü gerçekleştirin.”

İşte şov başlıyor. T her zaman yaptığı gibi bugün de kaskının üzerinden maskesini takıyor. Bunu neden yaptığını bilmiyorum. Komik bir maske ama. Düşünebiliyor musunuz? Herif milyarlarca dolarlık bir projede çalışıyor, üzerinde binlerce dolarlık bir giysi var ve o ucuz maskeyi kaskının üzerine geçirmekten hiç vazgeçmedi. Aşağılık psikopat!

“Alfa timi, sahne sizin. Sağ salim dönün. Başarılar.”

Derin bir nefes alırım ilk adımı atarken. T hep bir şeyler mırıldanır. Bir çeşit dua olsa gerek. Sanki burada bir tanrı var ve kendisini duyacak. Boş bir hayalden başka bir şey değil bu. Eğer öyle kudretli bir tanrı olsaydı bugün burada olmamız gerekmezdi. Dünyamız perişan hale gelirken neredeydi hem? Kimse kusura bakmasın bu koca boşlukta, bu karanlık gezegende bizi duyacak hiç kimse yok. Bunu o felaket gününde anladım ben; Tanrı bizim korkularımızla baş etmek için ürettiğimiz bir fikirden ibaret.

Ben bunları düşünürken T hayli ilerlemiş. Eliyle gelmemi işaret ediyor. Bu ses de ne böyle? Çok kısık frekansta sesler geliyor.

“Bu da ne T?” Bilmiyorum manasında kafasını sallıyor.

“Biraz daha ilerleyelim.” Onaylıyor.

Ses gittikçe anlaşılır hale geldi. “Müzik bu. Hah! Müzik bu dostum. Şu taraftan geliyor, koş!” Müziğe doğru koştuk.

İleride bir yapı var, heybetli bir yapı. “Yavaş ve sessizce giriyoruz.”

Eşiği geçince müziğin sesi yükseldi. Ama bu müzik! Bu müzik nasıl bu kadar tanıdık olabilir? Bir türlü çıkaramıyorum. Dilimin ucunda ama söyleyemiyorum. Çok tanıdık, hayat gibi. Çocukluğum, gençliğim, ilk aşkım, ilk arabam, sevinçlerim, acılarım, anılarım… Her bir nota hayatımın bir gününü hatırlatıyor sanki. Giderek ağırlaşıyor ruhum. Neden böyle oluyor? T dizleri üzerine çökmüş. Ağlıyor.

“Ben öldürmedim. Benim hiçbir suçum yoktu. Canım kızlarım. Affedin beni. Sizleri koruyamadım.”

Anlayamıyorum, bir türlü anlayamıyorum. Gözlerim kararıyor.

“Karşıdan biri geliyor T! T kalk!” T yere yığılmış. Ben de daha fazla dayanamıyorum.

Sadece bir gölgeyi seçebiliyorum. T’nin göğsüne uzanıyor. Bir şeyler söylüyor.

“T! T! Uyan dostum! Hadi, beni burada bırakma! Lanet olsun T!”

Notalar dökülüyor gölgenin dudaklarından: “Kendini yorma. Duyamaz seni artık.”

İnanılır gibi değil, melodiler çıkıyor ağzından ve ben anlıyorum. Şaşkınım, ama anlıyorum.

“Sen de kimsin? T’ye ne yaptın?”

“Çok acı çekmişti, şimdi huzuru bulma vakti. Seni ise azap bekliyor. İmtihanı geçemedin.”

“Sen de kimsin?”

“Septon. İnanmaktan vazgeçtiğin ama aradığın.”

Göğsüme uzandı. Kaburgalarım çatlayarak verdim son nefesimi.

___
*Öykü Atölyesi on altıncı hafta için yazdığım öykü. 
**Atölye moderatörü için not: Haziran, maske ve eşik kelimeleri kullanıldı. Birinci ve ikinci ek kısıt uygulandı. 
***Haftanın diğer öykülerine Twitter'da #hamaes16 etiketinden ulaşabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DIŞ POLİTİKADA REALİST DÖNÜŞÜM

Arap Baharı, başlangıcından itibaren Türk dış politikasının temel meselelerinden biri oldu. Türkiye gerek Suriye ve Irak ile paylaştığı ...