Ağzının kenarında
maydanoz vardı. Lanet olası ağzının kenarında maydanoz vardı T’nin. Bu nasıl
bir ciddiyetsizlik? Göreve çıkmadan önce lahmacun yemek de neyin nesi? Koca uzay
gemisi leş gibi soğan kokuyor. Sırf bu yüzden yaz aylarında T ile göreve çıkmaktan
nefret ediyorum. Hiçbir şey umurunda değil herifin. Geçen sene Haziran’daki göreve
de kelle paça içip gelmişti. Öyle ağır sarımsak kokuyordu ki adamı uzay
istasyonuna almadılar.
“İniş için bütün
personel yerlerine. D-18 gezegenine dair brifinglerinize koltuklarınızda
bulunan bilgisayarlardan ulaşabilirsiniz.”
İşte geldik sayılır. T
heyecanlı görünüyor. İnişlerde hep heyecanlanır. Belli etmek istemez ama sol
eliyle koltuğun kolunu sıkışından anlarım bunu. Garip bir adam T. Bir yandan ürkütücü
bir yanı var, ne de olsa eski bir suçlu; bir yandan ise ürkek bir yanı var.
Sert görünür, asabi takılır ama uyurken yastığına sarılır. Söylenenler doğruysa
uzay görevlerine katılmadan önce yüksek güvenlikli bir hapishanede mahkûmmuş.
Neden hapse düştüğü hakkında kimsenin malumatı yok aslında ama benim
öğrenebildiğim kadarıyla çocuklarını öldürmüş. Söylediğim gibi, bunlar
söylentiler. Ama doğru olma ihtimali bile bu adamı benim gözümde korkunç hale
getiriyor. Düşünsenize, kendi çocuklarını öldüren bir katil başka insanlara
neler yapmaz ki?
“İniş gerçekleşti. Alfa
timi, görev için yerlerinize.”
İşte bizim sıramız.
Alfa timi biziz; ben ve T. Görevimiz D-18’de keşif yapmak. Septon adında bir
varlığı arıyoruz. Evet, doğru duydunuz; “varlık” dedim. Çünkü Septon’un ne
olduğuna dair en ufak bir fikrimiz yok. Bildiğimiz tek şey doğaüstü güçlerinin
olduğu ve dünyamızı yok ettiği. Evet, bir gün ansızın bir trajedinin ortasında
bulduk kendimizi. Nereden geldiği belli olmayan bir saldırı ile karşı karşıya
kaldı dünya. Dağlar devrildi, kıtalar okyanuslarda boğuldu, gök yarıldı. Milyarlarca
insan ölümün müziğini dinleyerek yok oldu. Geride kalan bir avuç insanın ise
hafızalarına kazınmış tek bir isim var: Septon. Kim bu Septon? Daha doğrusu, ne
bu Septon? Bu saldırıdan sonra onlarca gezegene gittik. Aylardır eve dönmedik,
sürekli seyir halindeyiz. Emirlerimiz açık: Septon bulunana kadar eve dönmek
yok.
“Kapılar açılıyor. Kasklarınızı
takın. Oksijen kontrolünüzü gerçekleştirin.”
İşte şov başlıyor. T
her zaman yaptığı gibi bugün de kaskının üzerinden maskesini takıyor. Bunu
neden yaptığını bilmiyorum. Komik bir maske ama. Düşünebiliyor musunuz? Herif
milyarlarca dolarlık bir projede çalışıyor, üzerinde binlerce dolarlık bir
giysi var ve o ucuz maskeyi kaskının üzerine geçirmekten hiç vazgeçmedi. Aşağılık
psikopat!
“Alfa timi, sahne
sizin. Sağ salim dönün. Başarılar.”
Derin bir nefes alırım
ilk adımı atarken. T hep bir şeyler mırıldanır. Bir çeşit dua olsa gerek. Sanki
burada bir tanrı var ve kendisini duyacak. Boş bir hayalden başka bir şey değil
bu. Eğer öyle kudretli bir tanrı olsaydı bugün burada olmamız gerekmezdi. Dünyamız
perişan hale gelirken neredeydi hem? Kimse kusura bakmasın bu koca boşlukta, bu
karanlık gezegende bizi duyacak hiç kimse yok. Bunu o felaket gününde anladım ben; Tanrı
bizim korkularımızla baş etmek için ürettiğimiz bir fikirden ibaret.
Ben bunları düşünürken
T hayli ilerlemiş. Eliyle gelmemi işaret ediyor. Bu ses de ne böyle? Çok kısık frekansta
sesler geliyor.
“Bu da ne T?” Bilmiyorum
manasında kafasını sallıyor.
“Biraz daha
ilerleyelim.” Onaylıyor.
Ses gittikçe anlaşılır
hale geldi. “Müzik bu. Hah! Müzik bu dostum. Şu taraftan geliyor, koş!” Müziğe
doğru koştuk.
İleride bir yapı var, heybetli
bir yapı. “Yavaş ve sessizce giriyoruz.”
Eşiği geçince müziğin
sesi yükseldi. Ama bu müzik! Bu müzik nasıl bu kadar tanıdık olabilir? Bir
türlü çıkaramıyorum. Dilimin ucunda ama söyleyemiyorum. Çok tanıdık, hayat
gibi. Çocukluğum, gençliğim, ilk aşkım, ilk arabam, sevinçlerim, acılarım, anılarım…
Her bir nota hayatımın bir gününü hatırlatıyor sanki. Giderek ağırlaşıyor
ruhum. Neden böyle oluyor? T dizleri üzerine çökmüş. Ağlıyor.
“Ben öldürmedim. Benim
hiçbir suçum yoktu. Canım kızlarım. Affedin beni. Sizleri koruyamadım.”
Anlayamıyorum, bir
türlü anlayamıyorum. Gözlerim kararıyor.
“Karşıdan biri geliyor
T! T kalk!” T yere yığılmış. Ben de daha fazla dayanamıyorum.
Sadece bir gölgeyi
seçebiliyorum. T’nin göğsüne uzanıyor. Bir şeyler söylüyor.
“T! T! Uyan dostum!
Hadi, beni burada bırakma! Lanet olsun T!”
Notalar dökülüyor gölgenin
dudaklarından: “Kendini yorma. Duyamaz seni artık.”
İnanılır gibi değil,
melodiler çıkıyor ağzından ve ben anlıyorum. Şaşkınım, ama anlıyorum.
“Sen de kimsin? T’ye ne
yaptın?”
“Çok acı çekmişti,
şimdi huzuru bulma vakti. Seni ise azap bekliyor. İmtihanı geçemedin.”
“Sen de kimsin?”
“Septon. İnanmaktan
vazgeçtiğin ama aradığın.”
Göğsüme uzandı.
Kaburgalarım çatlayarak verdim son nefesimi.
___
*Öykü Atölyesi on altıncı hafta için yazdığım öykü.
**Atölye moderatörü için not: Haziran, maske ve eşik kelimeleri kullanıldı. Birinci ve ikinci ek kısıt uygulandı.
***Haftanın diğer öykülerine Twitter'da #hamaes16 etiketinden ulaşabilirsiniz.
***Haftanın diğer öykülerine Twitter'da #hamaes16 etiketinden ulaşabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder