6 Eylül 2015 Pazar

CEVİZ MEVSİMİ

Adım Ömer John. On yedi yaşındayım. İki gün önce geldim Türkiye’ye, ilk defa. Babamın bağlarında koşuşturduğu köyü, ceviz bahçelerini, şalvar giyen yaşlı adamları ilk defa görüyorum. Babaannemi de tabii; en önemlisi bu. Ben doğmadan önce Amerika’ya yerleşmiş babam. Annemle orada tanışıp evlenmişler. Annem Amerikalı. Daha önce ailecek gelememiştik Türkiye’ye. Biraz dinse de heyecanım devam ediyor.

Babaannemle akşamları evin önünde oturup uzun uzun muhabbet ediyoruz iki gecedir. Bana bilmediğim bir dünyanın kapılarını açtı. Bitmek bilmeyen hikâyelerini ardı ardına anlatıyor bıkmadan. Bu akşam vitrindeki çerçeveli fotoğrafı sordum. Yanındaki adam dedemmiş. Dedemi hiç görmedim. Babam da hatırlayamayacak kadar küçükmüş dedem çekip gittiğinde. Derin bir of çekti babaannem, gözleri ufka daldı ve ağır ağır anlattı:

“Goz mevsimiydi gene beyle. Isıcaklar yavaş yavaş çekilmiye yüz dudduydu. Bahçaya goz toplamaya gettim idi.”

Eylülün son günlerinde cevizler toplanır buralarda. Hasat zamanıdır. Babaannem sabah namazını kılıp bahçeye gitmiş. Gün yeni yeni ağarırken bir ağaca doğru uzanmış elindeki kalın çubukla. Tam ağacı çırpacak ki bir de ne görsün, ağacın üzerinde iplere dolanmış koca bir örtü. Meraklı gözlerle bakarken az ileride, arazinin eğim kazandığı yerde bir adamı yüz üstü yatarken görmüş. Hemen koşturmuş o yöne. Tam adama uzanacağı sırada koca bir akrebin adamın elini sokmak üzere olduğunu fark etmiş. Savuşturmaya çalışmış akrebi ama becerememiş, akrep adamın elini sokmuş. Hemen sırtlamış adamı, eve doğru koşturmaya başlamış. Babaannem babayiğit bir Anadolu kadını. İki kilometreden biraz fazla gelir bahçe ile ev arası, sırtında taşımış adamı eve kadar. Ömer dedem, babaannemin babası, şehre inmiş o sabah. Babaannem adamı hasırın üzerine yatırmış. Sonra ocağa yönelmiş, bir yumurta koymuş tasa kaynaması için. Adamın akrep tarafından sokulan elini önce temizlemiş, sonra bir iğneyi akrebin soktuğu yere sokup zehri akıtmış. Biraz sonra da haşlanan yumurtayı sıcağı sıcağına adamın avucunun içine koymuş. Başından çıkardığı örtüsü ile sıkı sıkıya bağlamış elini. Akrebin derdinden kurtulunca da adamın üstünü başını değiştirmiş, yaralarını temizlemiş, alnına sirkeli bezler koyup ateşini düşürmüş.

Akşama doğru eve dönmüş babaannemin babası. Omuzunda heybesi, elinde tüfeği girmiş içeri. Hasırda yatan adamı görünce köpürmüş. Babaannem gözü yaşlı anlatmış durumu. Biraz dinleyince yumuşamış büyük dedem. “Eyi oluncu getsin o zaman” demiş. Babaannem sabaha kadar adamın başında beklemiş. Sabah uyanmış adam. Döşeğin başında uyuyakalan babaannemi görmüş, bir süre izledikten sonra babaannemin anlamadığı bir dilde bir şeyler söylemiş. Babaannem adama eliyle sessiz olmasını, dinlenmesini telkin etmiş.

Bir gün, iki gün, üç gün, bir ay. Bu süre zarfında birbirlerini sevmişler. Nasıl anlaştılar bilinmez, aşkın hal dilinden midir nedir, adam biraz gücünü toplayınca derdini açmış, babaannemle beraber kaçmışlar. Bir başka şehre göçmüşler, tek göz oda bir ev bulup mütevazı bir hayat sürmeye başlamışlar.

Anlamışsınızdır, bu adam benim dedem. Teğmen John Livingston. Dedem Amerikan hava kuvvetlerinde savaş pilotuymuş. Bir görev uçuşu sırasında uçağı düşmüş. Uçağı bulmuşlar ama dedemi bir türlü bulamamışlar. Çünkü dedemin gözü babaannemin aşkından başka bir şey görmemiş. Kayıplara karışmış, bir süre sonra da Amerikan ordusunun arşivlerindeki yerini almış.

Keşke hikâye böyle güzel devam etseydi. Babaannemin boğazına bir şeyler düğümlendi sanki. Yutkundu, sesi titredi. Babam doğduktan sonra kayıplara karışmış dedem. Bir yerde başına bir şey mi geldi, bırakıp gitti mi bilinmez. Belki de çapkın, hovarda bir askerdi. Kim bilir? Bekledikçe beklemiş babaannem dedemi, yollarını gözlemiş günler boyu. En sonunda terk edip gittiğine kanaat getirmiş. Kucağında yavrusu, boynu bükük geri dönmüş köyüne. Büyük dedemin yüreği dayanmamış, affetmiş, yanına almış babaannemi.


Kaderin cilvesi işte, yıllar sonra babam yüksek ihtisas için Amerika’da bir üniversiteden burs kazanmış. Babaannemin gönlü razı olmamış gitmesine ama zincir vuracak değil ya ayaklarına. Babam Amerika’da annemle tanışmış ve evlenmişler. Ben doğmuşum. Adımı Ömer John koymuşlar; Ömer büyük dedemin adı, John babamı kundakta terk eden dedemin. Bir ceviz mevsiminde öğrendim.

___
*Öykü Atölyesi on beşinci hafta için yazdığım öykü. 
**Atölye moderatörü için not: Ceviz, iğne ve hasır kelimeleri kullanıldı. Ek kısıtlar uygulanmadı. 
***Haftanın diğer öykülerine Twitter'da #igceha15 etiketinden ulaşabilirsiniz.

2 yorum:

  1. Isinsu'nun bir beyaz bulut canakkale'sini hatırlattı bana. Konu itibariyle çağdaş Türk oykuculugune yakın bır formatta yazilsa da tasvir ve benzetmeler kaduk kalmış.. Ümit verici..

    YanıtlaSil
  2. Konu itibariyle modern Türk oykuculugune yakın fakat benzetme və tasvirler kaduk.. ısinsu'nun bir beyaz bulut Çanakkale sini de anımsattı bana.
    Ümit verici başarılar..

    YanıtlaSil

DIŞ POLİTİKADA REALİST DÖNÜŞÜM

Arap Baharı, başlangıcından itibaren Türk dış politikasının temel meselelerinden biri oldu. Türkiye gerek Suriye ve Irak ile paylaştığı ...