Adım Ömer John. On yedi
yaşındayım. İki gün önce geldim Türkiye’ye, ilk defa. Babamın bağlarında
koşuşturduğu köyü, ceviz bahçelerini, şalvar giyen yaşlı adamları ilk defa
görüyorum. Babaannemi de tabii; en önemlisi bu. Ben doğmadan önce Amerika’ya
yerleşmiş babam. Annemle orada tanışıp evlenmişler. Annem Amerikalı. Daha önce
ailecek gelememiştik Türkiye’ye. Biraz dinse de heyecanım devam ediyor.
Babaannemle akşamları
evin önünde oturup uzun uzun muhabbet ediyoruz iki gecedir. Bana bilmediğim bir
dünyanın kapılarını açtı. Bitmek bilmeyen hikâyelerini ardı ardına anlatıyor
bıkmadan. Bu akşam vitrindeki çerçeveli fotoğrafı sordum. Yanındaki adam
dedemmiş. Dedemi hiç görmedim. Babam da hatırlayamayacak kadar küçükmüş dedem
çekip gittiğinde. Derin bir of çekti babaannem, gözleri ufka daldı ve ağır ağır
anlattı:
“Goz mevsimiydi gene
beyle. Isıcaklar yavaş yavaş çekilmiye yüz dudduydu. Bahçaya goz toplamaya
gettim idi.”
Eylülün son günlerinde
cevizler toplanır buralarda. Hasat zamanıdır. Babaannem sabah namazını kılıp
bahçeye gitmiş. Gün yeni yeni ağarırken bir ağaca doğru uzanmış elindeki kalın
çubukla. Tam ağacı çırpacak ki bir de ne görsün, ağacın üzerinde iplere
dolanmış koca bir örtü. Meraklı gözlerle bakarken az ileride, arazinin eğim
kazandığı yerde bir adamı yüz üstü yatarken görmüş. Hemen koşturmuş o yöne. Tam
adama uzanacağı sırada koca bir akrebin adamın elini sokmak üzere olduğunu fark
etmiş. Savuşturmaya çalışmış akrebi ama becerememiş, akrep adamın elini sokmuş.
Hemen sırtlamış adamı, eve doğru koşturmaya başlamış. Babaannem babayiğit bir
Anadolu kadını. İki kilometreden biraz fazla gelir bahçe ile ev arası, sırtında
taşımış adamı eve kadar. Ömer dedem, babaannemin babası, şehre inmiş o sabah.
Babaannem adamı hasırın üzerine yatırmış. Sonra ocağa yönelmiş, bir yumurta
koymuş tasa kaynaması için. Adamın akrep tarafından sokulan elini önce
temizlemiş, sonra bir iğneyi akrebin soktuğu yere sokup zehri akıtmış. Biraz
sonra da haşlanan yumurtayı sıcağı sıcağına adamın avucunun içine koymuş.
Başından çıkardığı örtüsü ile sıkı sıkıya bağlamış elini. Akrebin derdinden
kurtulunca da adamın üstünü başını değiştirmiş, yaralarını temizlemiş, alnına
sirkeli bezler koyup ateşini düşürmüş.
Akşama doğru eve dönmüş
babaannemin babası. Omuzunda heybesi, elinde tüfeği girmiş içeri. Hasırda yatan
adamı görünce köpürmüş. Babaannem gözü yaşlı anlatmış durumu. Biraz dinleyince
yumuşamış büyük dedem. “Eyi oluncu getsin o zaman” demiş. Babaannem sabaha kadar
adamın başında beklemiş. Sabah uyanmış adam. Döşeğin başında uyuyakalan
babaannemi görmüş, bir süre izledikten sonra babaannemin anlamadığı bir dilde
bir şeyler söylemiş. Babaannem adama eliyle sessiz olmasını, dinlenmesini
telkin etmiş.
Bir gün, iki gün, üç
gün, bir ay. Bu süre zarfında birbirlerini sevmişler. Nasıl anlaştılar bilinmez,
aşkın hal dilinden midir nedir, adam biraz gücünü toplayınca derdini açmış, babaannemle
beraber kaçmışlar. Bir başka şehre göçmüşler, tek göz oda bir ev bulup mütevazı
bir hayat sürmeye başlamışlar.
Anlamışsınızdır, bu
adam benim dedem. Teğmen John Livingston. Dedem Amerikan hava kuvvetlerinde
savaş pilotuymuş. Bir görev uçuşu sırasında uçağı düşmüş. Uçağı bulmuşlar ama dedemi
bir türlü bulamamışlar. Çünkü dedemin gözü babaannemin aşkından başka bir şey
görmemiş. Kayıplara karışmış, bir süre sonra da Amerikan ordusunun
arşivlerindeki yerini almış.
Keşke hikâye böyle
güzel devam etseydi. Babaannemin boğazına bir şeyler düğümlendi sanki. Yutkundu,
sesi titredi. Babam doğduktan sonra kayıplara karışmış dedem. Bir yerde başına
bir şey mi geldi, bırakıp gitti mi bilinmez. Belki de çapkın, hovarda bir
askerdi. Kim bilir? Bekledikçe beklemiş babaannem dedemi, yollarını gözlemiş
günler boyu. En sonunda terk edip gittiğine kanaat getirmiş. Kucağında yavrusu,
boynu bükük geri dönmüş köyüne. Büyük dedemin yüreği dayanmamış, affetmiş,
yanına almış babaannemi.
Kaderin cilvesi işte, yıllar
sonra babam yüksek ihtisas için Amerika’da bir üniversiteden burs kazanmış. Babaannemin
gönlü razı olmamış gitmesine ama zincir vuracak değil ya ayaklarına. Babam
Amerika’da annemle tanışmış ve evlenmişler. Ben doğmuşum. Adımı Ömer John
koymuşlar; Ömer büyük dedemin adı, John babamı kundakta terk eden dedemin. Bir ceviz mevsiminde öğrendim.
___
*Öykü Atölyesi on beşinci hafta için yazdığım öykü.
**Atölye moderatörü için not: Ceviz, iğne ve hasır kelimeleri kullanıldı. Ek kısıtlar uygulanmadı.
***Haftanın diğer öykülerine Twitter'da #igceha15 etiketinden ulaşabilirsiniz.
Isinsu'nun bir beyaz bulut canakkale'sini hatırlattı bana. Konu itibariyle çağdaş Türk oykuculugune yakın bır formatta yazilsa da tasvir ve benzetmeler kaduk kalmış.. Ümit verici..
YanıtlaSilKonu itibariyle modern Türk oykuculugune yakın fakat benzetme və tasvirler kaduk.. ısinsu'nun bir beyaz bulut Çanakkale sini de anımsattı bana.
YanıtlaSilÜmit verici başarılar..