Hızla başkanlık ve meclis seçimlerine doğru ilerliyoruz. Bir
süredir fiili olarak tecrübe ettiğimiz sistem değişimi 25 Haziran sabahı
resmiyet kazanmış olacak ve Türkiye’yi nelerin beklediğini hep birlikte
müşahede edeceğiz. Türkiye’de siyasetin olağanüstülüklerle örülü doğasının bir
sonucu olarak her seçimin hayati bir önemi olagelmiştir, fakat 24 Haziran
seçimleri siyasetçilerin atfettiği önem bir yana, başkanlık sistemine ilk adım olması
hasebiyle ayrı bir öneme haiz. Seçimler ekseninde süren yoğun gündem
içerisinde, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) seçimlerde göstereceği
performans üzerine ciddi biçimde kafa yorulmadığını söylemek isabetli bir
tespit olsa gerek. Oysa Türkiye’de orta ve uzun vadede siyasetin seyrini, daha
da önemlisi toplumsal hayatın dinamiklerini etkileyecek sonuçlar doğuracak bir
öneme sahip bu performans.
Çözüm süreci boyunca toplumsal tabanını konsolide edip
genişletmesi dolayısıyla PKK ve onun siyasal kanadı olan HDP’nin kısa vadede sürecin
kazananı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Türkiye’nin toplumsal ve siyasal sorunlarının
dönüşümü için bir imkân olan çözüm sürecinin bitişi pek çok sebebe
bağlanabilir. Bunlardan birisi de PKK’nın bu imkânı siyasal rant elde etme
hevesine kurban etmesiydi. PKK kendisini sürecin mimarı olarak lanse etmeyi
başardı ve bu söylem genişleyen PKK tabanında karşılık buldu. Başından beri sürecin
öznesi konumunda olan AK Parti iktidarının ve iktidara yakın çevrelerin bu
noktayı gözden kaçırdığını tespit etmemiz gerekiyor. Sürecin kazanımlarını
kendisine bağlayan PKK’nın siyasal alanda oylarını artırmasının bir neticesi
olarak 7 Haziran 2015 seçimlerinde %10 barajını aşan HDP, 1 Kasım 2015’te bu
başarısını yineledi.
24 Haziran HDP İçin Dönüm Noktası
1 Kasım, HDP’nin siyaset kurumu içerisinde kalıcı bir
aktör olmanın sinyallerini verdiği bir meclis aritmetiği doğurdu. Bu tarihten sonra
yaşanan olaylar ise bu tespitin doğrulanabilmesi için bir süre daha beklememiz
gerektiğini düşündürüyor. Çözüm sürecinin sona ermesinin akabinde başlayan hendek
operasyonları Türkiye’nin PKK ile mücadelesini farklı bir boyuta taşıdı ve bu
yeni durum HDP’nin geleceği hakkında soru işaretlerinin oluşmasına yol açıyor. Dağlarda
devam eden mücadelenin şehirlere inmesinin bölge halkı için travmatik bir
deneyim olduğu aşikâr. Devletin hendek operasyonları boyunca gösterdiği
sivillere yönelik hassasiyet ve operasyonların sona ermesinden sonra ivedilikle
uygulamaya koyduğu rehabilitasyon programı PKK’nın kendi kitlesi nezdindeki
imajını zedeledi. Bu zedelenmenin ilk somut sonuçlarını başkanlık
referandumunda gördük. Ak Parti’nin 1 Kasım’daki oy artışı ile beraber ele
alındığında sonuçlar PKK siyasetinden doğan memnuniyetsizliğin bir göstergesi
olarak değerlendirilebilir. Hendek operasyonları sonrasında belediyelere atanan kayyumlar da HDP açısından göz önünde bulundurulması gereken bir başka faktör. HDP tarafından bir süredir işlevsizleştirilen yerel yönetimler kayyum belediye başkanları ile ivme kazanan bir çalışma pratiği içerisine girdiler. Kayyumların başarılı işlere imza atması HDP'nin oylarını düşürme potansiyeline sahip.
25 Haziran sabahı haritada göreceğimiz renkler PKK
çevresinin siyasal sistem içerisindeki kalıcılığını gösterecek. Zira bu
seçimler HDP’nin 1 Kasım’da meclise girişinden sonra performansını
ölçebileceğimiz ilk test niteliğini taşıyor. Bu noktada HDP’yi bir süredir
konuşmadığımız gerçeğine dikkat çekmekte fayda var. 7 Haziran’da güçlü bir
imaja sahip olan HDP özellikle Selahattin Demirtaş ve önde gelen
siyasetçilerinin gözaltı süreci ile gündemden düştü. Bununla beraber kamuoyu sınır
içi ve sınır ötesi askeri operasyonlar ile zayıflatılan PKK’ya da neredeyse
Türkiye’nin bir dış politika meselesi gibi yaklaşıyor. İşte bu durum siyaset
analizcilerinin ve belki de seçim araştırmacılarının işini çetrefilli kılıyor. Gündemde
diğer partiler kadar yer edinmeyen bir partinin seçimlerde nasıl bir performans
sergileyeceğini kestirebilmek kolay değil.
HDP’nin Seçim Performansının Muhtemel Etkileri
HDP’nin barajı geçmesi ve geçmemesi ne anlama gelir?
Barajı geçen bir HDP, parti olarak girip barajı geçtiği üst üste üçüncü seçim
sonrasında Türk siyasetinin ana aktörlerinden birisi konumuna gelecektir. Çözüm
sürecinde tabanına kabul ettirdiği algıları sürekli kılabilmiş olmanın
rahatlığı ile Kürt meselesi özelindeki tekelini devam ettirme potansiyelini
elinde bulunduracak, muhalefetteki varlığını perçinleyecektir. Bu durumda
gelecekte Kürt meselesine dair muhtemel çözüm girişimlerinin seyrini HDP’den
bağımsız düşünmek mümkün görünmüyor. Kesin olan bir şey varsa o da PKK’nın
bölgede kendi inşa ettiği statükonun kilit aktörü konumunda bulunacağıdır.
HDP’nin baraj altında kalması ise 7 Haziran seçimleri
öncesinde başlattığı siyasal açılımın başarıya ulaşmadığı, kendisine oy veren farklı
kesimlerin beklentilerini karşılamadığı, dolayısıyla daralan bölgesel bir
konuma yerleştiği anlamını ihtiva edecek, iktidarın çözüm sürecinin bitişiyle
yürüttüğü politikaların HDP tabanı nezdinde belirli ölçülerde de olsa kabul
gördüğünü gösterecektir. Nitekim %1 civarında bir oy kabı dahi HDP’nin baraj
altında kalmasına sebep oluyor. HDP meclise giremezse siyaset kurumu bölgedeki yerleşik
algı ve yapıları dönüştürme noktasında bir imkâna –olumlu veya olumsuz
sonuçlarından bağımsız olarak- kavuşacaktır. Bölgede en kuvvetli ikinci parti
olan Ak Parti bu illerdeki milletvekili sayısını artıracak ve bölgedeki ana
siyasi aktör olacaktır. Burada görece tali bir mesele olsa dahi HDP’nin baraj
altı kalmasıyla Ak Parti’nin mecliste elde edeceği sayısal üstünlüğü de bir
kenara not etmek lazım.
Muhalefetin HDP Açmazı
Muhalefet partileri açısından değerlendirildiği takdirde
HDP’nin barajı geçebilecek oranda oy alması hem Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde
Erdoğan’ın kazanamama ihtimalini güçlendireceği hem de meclise girebilmesi
durumunda iktidarın sandalye sayısını düşüreceği için hayati önem taşıyor. Bu
sayısal değerler bir yandan HDP’yi muhalefet partilerinin Erdoğan ve Ak Parti
karşısında stratejik ve vazgeçilmez bir müttefiki kılarken, HDP’nin geniş
kitleler nezdindeki olumsuz imajı da onu ittifak kurulamaz bir aktör pozisyonuna
sokuyor. Kabul edelim ki yüzde elli barajını HDP gibi bir siyasi hareketin oy
desteği olmadan aşmak mümkün değil. En azından matematiksel olarak Erdoğan’ın
bu bandı geçememesi için HDP’ye ihtiyaç var. Ancak HDP ile görünür bir ittifak
altında bir araya gelen bir partinin kendi seçmen kitlesini kaybetme ihtimali
oldukça yüksek. Bu minvalde HDP, muhalefet partilerinin belki de en ciddi
açmazlarından birisi. Tabiri caizse ne HDP ile oluyor, ne de onsuz.
Barajı aşıp aşmaması önemli etkilere gebe olan HDP’yi
ciddiyetle takip etmek gerekli. Bu konu partilerin iktidar yarışı için önemli,
ancak gündelik siyaseti aşan boyutları nedeniyle seçim atmosferinin dışında da
üzerine eğilmemiz gereken bir konu. Muhalefet için HDP’nin vazgeçilmezliği
açık. Özellikle Güneydoğu’da HDP ne kadar fazla oy kazanırsa Ak Parti o kadar
kaybeder. Ak Parti’nin ise HDP’nin birinci parti olduğu illerdeki çalışmaları hem
kendisinin hem de HDP’nin geleceğini belirleyici potansiyele sahip. O halde Ak
Parti’nin cevaplaması gereken esas soruyu soralım: HDP’nin barajı geçmesi bu
kadar önemliyken MHP ile kurulan Cumhur İttifakı HDP seçmenini ikna edebilmek
için neler yapıyor, neler yapmalı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder