Yeni bir çok değişkenli
denklem gündemimizi meşgul ediyor: Katar krizi. Suudi Arabistan ve Birleşik
Arap Emirlikleri’nin başını çektiği körfez ülkeleri İran’la yakın ilişkiler
kurduğunu ve teröre destek verdiğini öne sürerek Katar’a yönelik geniş çaplı bir
ambargo başlattı. Krizi anlamlandırabilmek için Suudi Arabistan’ın bölgesel
konumu, Körfez ülkelerinin dış politika anlaşmazlıkları, İran’ın bölgede artan
faaliyetleri, ABD Başkanı Donald Trump’ın Suudi Arabistan ve İsrail’i ziyaret
etmesi, İngiltere’nin Katar üzerindeki nüfuzu, Mısır’da cunta yönetiminin
Müslüman Kardeşler ile imtihanı, Türkiye’nin özellikle Arap devrimleri
dönemindeki duruşu ve dış politika anlayışı gibi değişkenleri hesaba katmak
gerekiyor. Katar krizinin Türkiye’nin bölge politikası açısından önemli bir
süreç olduğu âşikar. Nitekim Türkiye bunun bilincinde olarak kriz patlak verir
vermez net bir biçimde Katar’ın yanında olduğunu belirti ve pek çok devletle
temasa geçerek krizin çözümü için çaba sarf etmeye başladı.
Krizin İki
Temel Sebebi
Krizin arka
planında hassas hesapların yattığı spekülasyonunu yapabiliyorsak da ambargo
koalisyonunun talepleri krizin iki temel sebebi olduğunu söylüyor: Katar’ın
Suudi Arabistan’a rağmen İran ile yakın ilişkiler kurması ve başta Müslüman
Kardeşler ve Hamas olmak üzere bölgedeki muhalif İslamcı hareketleri, ambargo
koalisyonunun deyimiyle “terör örgütleri”ni desteklemesi. Katar geçtiğimiz
yıllar içerisinde özellikle El Cezire televizyonu üzerinden yumuşak gücünü
geliştiren ve bölgede statükoyu sarsıcı işlere imza atan bir aktör. Bununla
beraber Arap devrimlerinin başından beri de muhalif gruplara destek veriyor.
Mısır’da Müslüman Kardeşler’i, Filistin’de Hamas’ı, Suriye’de farklı muhalif
grupları desteklediği biliniyor. Bütün bunların üzerine bölgede yeni bir gücün
ortaya çıkmasını engellemeyi dış politikasında amaç edinen Suudi Arabistan’ın
varlığına rağmen, dış politikada denge arayışı çerçevesinde Türkiye ve İran ile
kurduğu rahat ilişkiler ile diplomatik kartlarının sayısını artırıyor. Katar’ın
bu yaklaşımı doğal olarak bölgede özellikle Suudi Arabistan ve İsrail açısından
korunması önem arz eden statüko için tehdit teşkil ediyor.
Peki, bu
kriz Türkiye için ne anlama geliyor? Arap devrimlerinin başlangıcı Türkiye ve
Katar arasındaki ilişkilerin güçlendiği bir dönemin de başlangıcıydı. Bu
süreçte Türkiye’nin imajı bölgedeki muhalif aktörler için örnek teşkil etmiş,
Türkiye de bunun bilincinde olarak statükonun değişimine destek vermişti.
Benzer şekilde Katar da hem devlet hem de devlet dışı kurumları ve medyasının
da büyük katkısıyla değişim rüzgârına katkı sunmuştu. Türkiye ve Katar bu
dönemdeki tutumları dolayısıyla uluslararası alanda “değerli bir yalnızlığı”
paylaşmışlardı. Arap devrimleri sürecindeki değişim trendi, Mısır’da seçilmiş
Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin darbe ile iktidardan düşürülmesi ile sekteye
uğramış, Suriye’de küresel ve bölgesel aktörlerin devreye girerek Esed rejimini
hayata bağlaması ile de tamamen çıkmaza girmişti. Bu olumsuz gelişmeler
sonrasında Katar daha hesaplı bir biçimde de olsa muhalif gruplara desteğini
sürdürmüş, pek çok muhalif isme ev sahipliği yapmaya başlamıştı. Görünen o ki,
Katar’a uygulanan ambargo ile “Arap Baharı”nı ortaya çıkaran zeminin ortadan
kaldırılması amaçlanıyor.
Güvenilirliğini
Artıracak
Arap devrimleri
döneminde muhalif grupları destekleyen aktörlerden birisi olan Katar’a
uygulanan ambargo Türkiye tarafından ciddiyetle karşılanmak durumundaydı zira
Türkiye’nin Katar gibi bu süreçte muhalif gruplara destek verdiği bilinen bir
gerçekti. Türkiye’nin ilkesel olarak benzer dış politika anlayışını benimsediği
Katar’a bu süreçte destek vermesi kendi duruşu ve imajı açısından tutarlı
olmasının bir gereği. Politika yapıcıların kriz yönetimini benzer bir süreçle
Türkiye’nin de karşılaşabileceği ihtimalini göz önünde bulundurarak yürütmenin
sağlıklı sonuçlar vereceğini düşünerek hareket etmeleri anlaşılabilir bir
tutum. Türkiye’nin Katar’ın yanında durması kendi tezlerinin arkasında durması
anlamına da geleceği için değerlidir. Bununla beraber Türkiye’nin müttefikinin
yanında durması kriz sonrasını göz önüne alırsak bölgedeki diğer aktörler
nezdindeki “güvenilir müttefik” imajına da olumlu katkı yapacaktır.
Dış politika
yapımı çok değişkenli ve çok katmanlı bir süreçtir. Özellikle Ortadoğu gibi
denklemlerin anlık değişebildiği kaygan bir zeminde pek çok faktörü göz önüne
alarak adım atmak önem arz ediyor. Katar’ın şu anda en güvenilir müttefiki
konumunda olan Türkiye’nin bu ülkeye destek verirken çok farklı senaryoları,
farklı aktörlerle ilişkilerini, bugünü olduğu kadar yarını da düşünmesi
gerekiyor. Bölgedeki İran yayılmacılığını dengelemede katkı sunma potansiyeli
çok yüksek olan Suudi Arabistan ile ilişkilerin en az zararla atlatılması başta
Suriye iç savaşı olmak üzere pek çok konuda Türkiye’nin elini rahatlatacaktır.
Bu anlamda yakın zamanda düzelen ilişkilerin tekrar zarar görmesi Türkiye
açısından istenmeyen bir durumdur. Türkiye’nin mezhep ayrımı gözetmeyen dış
politika söylemi bu süreçte en önemli silahı olarak karşımıza çıkıyor. Süreci
İran-Suudi Arabistan geriliminin angajmanına girmeden yürütebilmek krizin
çözümüne katkı sunacağı gibi, yeni ittifaklara kapı aralayabilir ve Türkiye’nin
elini güçlendirir.
___
___
Bu yazı 16.06.2017 tarihinde Yeni Şafak Gazetesinde yayınlanmıştır: https://www.yenisafak.com/hayat/korfezde-kriz-ve-turkiyenin-yaklasimi-2722934
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder