Modernleşme
serüvenimizin seyri ve İslâm dünyasının sosyo-politik durumu medeniyet temalı
tartışmaların haklı olarak gündemimize daha çok girmesini zorunlu kılmakta,
Türkiye özelinde İslâmî kesimin devlet ve iktidar ile imtihanı süresince
karşılaşılan durumlar kadim medeniyet sorunlarımıza referansla konu üzerine
artan biçimde mesai harcamamıza vesile olmaktadır. Güncel gelişmelerden
kronikleşen problemlerimize kadar pek çok meselenin medeniyet kavramı
çerçevesinde farklı düzeylerde tartışılması, bu kavram etrafında bir
farkındalık oluşması açısından önem arz etmektedir. Siyasetten ekonomiye,
toplumsal olaylardan ilmi meselelere kadar pek çok mecra medeniyet
tartışmalarının merkezinde bulunmakta ve siyasetçilerden ilim adamlarına kadar
pek çok aktör bir medeniyet inşasının, daha doğrusu medeniyetin yeniden
inşasının elzemliğinden dem vurmaktadır. Medeniyet tartışmalarının
kamusallığından cesaret alarak ve kapitalizmin çok boyutlu yıpratmalarından
hareketle medeniyet tasavvurlarımızın iktisâdî boyutuna dair bir sesli düşünme
çabasına girişmenin anlamlı olacağı kanaatindeyim.
Lütfi
Bergen yerlilik konusunu ele alan “İsyandan Dirliğe: Anadolu’da yerli Olmak”
başlıklı makalesinde İslâm medeniyeti örneğinden yola çıkarak bir medeniyetin
inşasında hedeflenmesi gereken üç amaçtan bahseder. Bir medeniyetin üç alana
yönelik değişim iddiası taşıması gerekir. Medeniyet öncelikle ahlâk ve adalet
noktasında yeni bir tavır ve inanış ortaya koyar. Bunu takiben ve buna binaen
bir iktisâdî biçim geliştirir. Nihayet, buradan hareketle de bir millet inşa
eder. İslâm medeniyeti bu üç hususta değişim iddiasına sahip olmuş ve bu
değişimi başarmıştır. Müslümanlar vahyin ışığında Mekke toplumunun ahlâk ve
adalet anlayışına karşı İslâm ahlâkını ve adaletini tesis etme çabası
içerisinde olmuşlardır ve bunu Medine’de başarmışlardır. Akabinde Medine’de İslâm’ın
emir ve yasaklarını gözeten, ticaretin kapitalist hırs yüklerinden kurtarıldığı
bir İslâm pazarı kurulmuştur. Bu pazar ile Müslümanların hâlihazırda Medine’de
bulunan Yahudi pazarının insafına bırakılmaması sağlanmış, ayrıca Mekke’deki
kapitalist iktisâdî anlayışa bir alternatif sunulmuştur. Bu iktisâdî modelin
uygulandığı Medine’de ümmetin nüvesi olan İslâm milleti vücuda gelmiş, böylece
bir medeniyetin taşıması gereken üç iddia da yerine getirilmiştir.
Cengiz
Kallek, Sosyal Servet: İslâm’da Yönetim-Piyasa İlişkisi başlıklı eserinde
Medine’de kurulan müstakil pazarın üç temel özelliğinin altını çizer. Bunlardan
ilki pazarın geniş ve açık bir alanda kurulmuş olmasıdır. Bu sayede pazar
alanının genişlemesine, daha fazla tüccarın pazara girebilmesine zemin
hazırlanmıştır. Ayrıca bu geniş alanda insanlar fiziki olarak
sınırlandırılmamakta, rahat hareket edebilmekte, dolayısıyla alış veriş bir
mücadele/rekabet alanına dönüşmemektedir. Pazarın ikinci özelliği tüccarlardan
vergi alınmamasıdır. Bu şekilde fiyat artışının önüne geçilmiş, Müslümanların
zorlanmadan mal alabilmeleri, Müslüman tüccarların geçimlerini sağlayabilmeleri
ve pazarın diğer pazarlar ile rekabet edebilmesi sağlanmıştır. Üçüncü özellik,
pazarda hiçbir tüccarın yerinin sabit olmamasıdır. Bu kural vesilesi ile pazar
içerisinde belirli bölgelerin değerlenmesi ve buralardan rant elde edilmesi
önlenmiştir. Ayrıca pazar alanına erken gelen tüccarın dilediği yere tezgâhını
kurabilecek olması tüccarların tembelliğe düşmesini de engellemiştir.
İslâm’ın
ilk döneminde ortaya konulan medeniyet tasavvuru iktisâdî düşünce, eylem ve
sistemin bir medeniyetin en temel sacayakları arasında yer aldığını açıkça
göstermektedir. Öyleyse, önemli soruyu soralım: bugünkü medeniyet tasavvurumuz
nasıl bir iktisâdî sistem barındırıyor? İslâm, bizden harfi harfine belirlenmiş
bir iktisat anlayışına uymamızı beklemiyor; belirli kurallar ile bir çerçeve
çizme noktasında bize yol açıyor. Vahyin ışığında inşa ettiğimiz ahlâk ve
adalet anlayışımızdan da hareketle kendi gerçekliklerimizi gözeten bir iktisâdî
sistemimiz olabilir. Yukarıda anlattığımız iktisâdî sistem Medine’de kurulan
İslâm devletine özgü olmakla birlikte bizim için bir model teşkil etmektedir.
Tarihte farklı İslâm devletleri kendi gerçeklikleri doğrultusunda sistemler
kurmuşlardır. Mesela tımar sistemini merkeze alan iktisâdî sistem Osmanlı
medeniyetinin yapı taşlarındandır.
İslâm
toplumlarının modernleşme serüvenlerinin Batı endeksli gelişimi belki de en
açık biçimde iktisat alanında görülmektedir ve kesin olarak söyleyebiliriz ki
Müslümanlar kapitalizm ile ciddi bir imtihan içerisindedirler. Sezai Karakoç,
İslâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü eserinde İslâm toplumlarının ekonomik
sistemlerinin batıdan menşeli olduklarını, bundan dolayı da bu sistemlerin İslâm
dünyasına özgü toplumsal gerçekliklerden kopuk olduğunu belirtmektedir.
Farkında olarak veya olmayarak -çoğu zaman da olmayarak- insanı değil de eşyayı
ve iktisâdî gelişmeyi önceleyen kapitalizmin bizi tüketmesine müsaade ediyoruz.
Sahip olduğumuz ahlâk-adalet anlayışının ya da bu anlayıştan geriye kalanın
kapitalist iktisâdî zihin ile çatışmasına şehadet edebilmemiz, farkındalık
sahibi olmamız, “İslâmî olmayan” bu iktisâdî modeller ile vicdanımız arasında
sıkışıp kalmamızı engelleyebilecek çıkış yolu olabilir.
Daha
fazla kazanmayı, bunun için daha fazla üretmeyi, ürettiğini tüketmeyi,
satabilmek için çeşitli şekillerde sömürmeyi hedefleyen; bütün bunları yaparken
şükür, kanaat, helal, güven, israf gibi bize ait olan kavramları yerle yeksan
eden kapitalizm kazanmak ve kazanmak için tüketmek uğruna bizleri tüketmiyor
mu? Geçimimizi sağlayabilmek için çalışıyor, kazandığımızı “üretilmiş”
ihtiyaçlarımıza harcıyor, modayı ve teknolojiyi takip edebilmek üzere kendimizi
paralıyor, alışveriş merkezlerinde zamanın nasıl geçtiğini dahi fark etmeden
ömrümüzü tüketiyoruz. Marka takıntısı, alışveriş hastalığı, boş zaman, avm,
kriz gibi kavramların hayatımızda kapladığı alana bakınca tüketirken
tükendiğimizi fark etmiyor muyuz? Kapitalist akıl yalnızca iktisâdî anlamda kuşatmıyor
bizleri, aynı zamanda bir siyasallar, sosyallikler, değerler bütünü dayatıyor.
“Biz” kavramının karşısına kendisinden öylesine emin bir “ben” çıkarıyor ki, o
“ben”in albenisine kapılıp yerliliğimizi parsel parsel kaybediyoruz. Kredi
kartlarının sunduğu alım gücü ile geleceğimizi tüketiyor, boğazımıza kadar
faize batıyor, kredi derecelendirme kuruluşları vasıtasıyla susturuluyoruz. Ne
diyordu Henri See: “Kapitalizm, biçimlenmeye başladığı dönemden bu yana, bir
yandan, bir ekonomik örgütlenme biçimi olarak modernlik sürecinin
kurumsallaşmasına katkıda bulunmakta, bir diğer yandan da, kendi zihniyetini
üreterek modern dünyadaki yaşam biçimlerinin kendi ilkeleri doğrultusunda
kodlanmasını talep etmektedir.”
Tevhid,
adalet ve ihsanı merkeze alarak, temeli İslâm tarihinde var olan iktisâdî aklı
rehber edinip günün şartlarını ilkeler çerçevesinde gözeten, hayatımızı
anlamsız tüketim döngüsünden çıkarıp yeniden anlamlı kılacak, bizleri
tüketmeyecek bir iktisâdî sistem için çabalamak bir medeniyet tasavvurumuz var
ise eğer ve bu tasavvuru hayata geçirebileceksek hayatidir. “Nasıl bir
iktisat?” sorusuna cevap vermenin hayli güç olduğu gerçeğini göz önünde
bulundurmakla beraber “nasıl bir iktisat değil?” sorusuna cevap verebilmenin
daha kolay olduğunu söylemek gerek. Daha kolay, çünkü günlük iktisâdî
tecrübelerimizin farkında olmak bile pek çok cevap anlamına geliyor. Öyleyse
kendimize şöyle bir bakmaya ne dersiniz?
Okuma Önerileri
Bergen, Lütfi (2010). “İsyandan Dirliğe: Anadolu’da
Yerli Olmak”. Hece Dergisi Özel Sayı: Düşüncede, Edebiyatta, Sanatta Yerlilik.
Sayı 162/162/164. İstanbul: Hece Yayıncılık.
Curtis, Neal (2015). İdiotizm: Kapitalizm ve Hayatın
Özelleştirilmesi (Mehmet Ratip, Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları.
Eğri, Taha, Oğuz Karasu, Necmettin Kızılkaya (2014).
İslam İktisadını Yeniden Düşünmek. İstanbul: İgiad Yayınları.
Kallek, Cengiz (2015). Sosyal Servet: İslâm’da
Yönetim-Piyasa İlişkisi. İstanbul: Klasik Yayınları.
Karakoç, Sezai (2012). İslâm Toplumunun Ekonomik
Strüktürü. 12. Baskı. İstanbul: Diriliş Yayınları.
Okumuş, Muhammed Yâsir (25 Aralık 2015). “Kapitalist
Demokrasi ve Dogmatik Bireyselcilik”. Ukba Dergisi.
http://ukbadergisi.com/2015/12/kapitalist-demokrasi-ve-dogmatik-bireyselcilik/.
See, Henri (2000). Modern Kapitalizmin Doğuşu (Turgut
Erim, Çev.). İstanbul: Yöneliş Yayınları.
___
Bu
yazı 01.01.2017 tarihinde Ukba Dergisi’nde yayımlanmıştır. http://ukbadergisi.com/2017/01/medeniyet-mi-oyleyse-iktisat/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder