2 Ekim 2016 Pazar

TÜRKİYE'DE KUTUPLAŞMAYI TARTIŞMAK

Türkiye’de son birkaç yıldır farklı çevrelerce dillendirilen, kısa bir cümle var: “Kutuplaşıyoruz.” Cumhuriyet tarihimizin başından beri var olan sosyo-politik kırılma alanlarına bağlı olarak zıtlıklar üzerinden tepkisel kimliklerin inşası, kutuplaşma sürecinin başat damarlarından birisi olmakla beraber; siyaset mekanizmasının yaklaşımı doğrultusunda kutuplaşma kavramının kendisi, siyasi bir çatışma alanına dönüşmekte ve bu anlamda kutuplaşma yeniden üretilmektedir. Zıtlıklar üzerinden kurgulanan ve meşruiyet zemini kazanan kimlikler kutuplaşmaya teşnedir, zira bu kimlikler karşıtları var olduğu sürece yaşayabilirler. Bu sebeple, karşıtlığın sürekli üretimi, kutuplaşmanın sürekli desteklenmesi normalleşir. Kutuplaştığımız iddialarının çoğaldığı, kutuplaşma kavramının güncel siyasetimizde kendisine yer edindiği bir dönemde bu kavrama dair birkaç hususu dile getirmenin faydalı olacağı kanaatindeyim.

Siyasal anlamda kutuplaşma kavramı bireylerin farklı konularda belirli siyasi aktörlerle aynı safta yer almaları; bu konulara, belirli siyasal ideolojilerin çizdiği sınırlara riayet ederek yaklaşmaları olarak tanımlanabilir. Kutuplaşma kavramı hem bir konuda görüş ayrılıklarının olması durumunu hem de bu ayrılıklar arasındaki makasın açılması sürecini ihtiva eder. Kavramın bulduğu ilk karşılığını, yani bir durum olarak görüş farklılığının mümkünlüğünü göz önünde bulundurduğumuz zaman, Türkiye’de sosyo-politik kutuplaşmaların özellikle cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren var olageldiğini, bunun yeni bir durum olmadığını görebiliriz. Bugünkü tartışmalar büyük oranda kavramın bulduğu ikinci karşılık çevresinde şekillenmektedir. Kutuplaşmanın süreç boyutuna atıfla belirtilen görüşler kutuplaşmanın toplum hayatına yeni giren bir mefhum olduğu yönünde yanıltıcı bir sonuca ulaştırabilir. Nitekim bugünkü tartışmaların büyük bölümünde kutuplaşmadan ancak son birkaç yılda mustarip olduğumuz gibi yanıltıcı bir sonuç çıkmaktadır. Bu sonucun ortaya çıkmasındaki temel neden kavramı bütüncül bir biçimde anlamlandırma çabasının eksikliğidir.

Kutuplaşma eylemine dair dikkate alınması gereken önemli bir husus da bunun işteş bir eylem olduğu hakikatidir. İşteş eylemler birden fazla öznenin beraber veya karşılıklı olarak yaptığı eylemlerdir: savaşmak, barışmak vs. Birey tek başına kutuplaşamaz, kutuplaşabileceği en az bir kişiye daha ihtiyacı vardır. Toplumsal/sosyal bir varlık olan insan herkesle ortak düşünemez; karşıtlıklar insanın doğasının bir gereğidir. Buradan yola çıkarak kutuplaşmanın toplumsal hayatın bir gerçeği olduğunu söylememiz hiç de abartılı değildir. İnsanlığın tarihi aynı zamanda kutuplaşmanın tarihidir. Buna ek olarak Türkiye’de merkez-çevre, laik-muhafazakâr, Türk-Kürt eksenindeki sistem kaynaklı veya sistem tarafından beslenen toplumsal, sınıfsal, siyasal fay hatlarının kutuplaşma eğilimini normalleştirdiğine şahitlik etmekteyiz.

Kutuplaşma, siyaset mekanizması, toplum ve medya sektörü arasındaki girift ilişkiler ağının bir ürünüdür; birbiriyle ilintili olarak siyasal elitler ve kamuoyu düzeylerinde cereyan eder, medya aracılığı ile de desteklenir. Siyasal elitlerin, yani siyasetçilerin, siyasi partilerin farklı düşüncelere sahip olmaları ve bunları destekleyecek kitlelere ulaşmaları, onları inşa etmeleri normaldir; zira çoğulcu siyaset, farklılıkların varlığı ölçüsünde mümkündür ve siyasi aktörler meşruluklarını toplumdan almaktadırlar. Siyasi partiler kendi tabanlarının siyasi alana izdüşümleri niteliğindedirler ve fakat kendi tabanlarının ideolojilerini yaşatma ve dönüştürme imkânları vardır. Medya da çoğu zaman kutuplaşmayı destekleyici bir rol oynamaktadır. Medya kuruluşların kendi dünya görüşleri, ideolojik aidiyetleri çerçevesinde yayın yapmaları olağandır. Bununla beraber, bireyler ve gruplar da takip ettikleri medya konusunda seçici davranabilmekte, sadece kendi dünya görüşlerine yakın gördükleri medya organlarına güvenebilmekte ve bunları takip ederek kendilerine “steril” bir dünya oluşturabilmektedirler. İşte bu noktada bireylerin veya grupların takip etmeyi tercih ettikleri medya mevcut düşünceleri destekleyip, güçlendirmeye yardımcı olur.

Kutuplaşma konusunu ele alırken siyaset ve medyanın toplum ile karşılıklı bir ilişki içinde bulunduğunun, bunların birbirlerini besleyen unsurlar olduğunun farkında olmak gerekir. Sorunun sebeplerini ararken siyasi elitleri ya da medyayı suçlamak kolaya kaçmak; toplumsal birikimi, refleksleri, hafızayı, talepleri yok saymaktır. Kutuplaşmaya dair analizlerde bulunurken toplumun geçmişini, kültürünü ve sosyo-ekonomik özelliklerini, dini ve etnik çeşitliliğini, devlet-toplum ilişkilerini ve bu toplumu oluşturan grupların siyaset ve medyadan beklentilerini dikkatle hesaba katmak gerekir. Kutuplaşmanın toplum ayağını hesaba katmayan yaklaşımlar kutuplaşmaya sebep olan sözünü ettiğimiz arka planı göz ardı etmektedir. Eğer kutuplaşma bir sorun ise, bu sorun sadece siyasi aktörlerin ya da bir kutbun sorunu değil, toplumu oluşturan bütün kutupların sorunudur.

Kutuplaşma kavramı kutuplaşmaya dair söylemin ve eylemin kavramı yeniden ürettiği, onu meşrulaştırdığı ve bu şekilde ona uygulama alanı açtığı bir kavramdır. Kutuplaşmaya dair tek taraflı pozisyonlarımız, içinde kendimizi var ettiğimiz kutuptan diğerine bakışımızın dışa vurumu, diğer kutbu ötekileştirme çabası ve kutuplaşmaya çoğu zaman bilinç dışı bir katkıdır. Kutuplaşmaya dair durum değerlendirmelerinde bu tarz yaklaşımlarda fazlasıyla bulunulmakta, dolayısıyla aslında kutuplaşmayı besleyen düşünce ve davranışlar ortaya konmaktadır. Özellikle son birkaç yıldır şahit olduğumuz kutuplaşma merkezli tartışmalar çoğunlukla bahsi geçen şekilde cereyan etmekte, iktidar-muhalefet arasındaki karşılıklı yıpratma ilişkisinin vazgeçilmez bir boyutu olagelmekte, Türkiye’nin kutuplaşma sorununun çözümüne katkı sunmak bir yana onu daha da alevlendirmektedir.


Türkiye’de kutuplaşma konusunu ele alırken esas olarak tartışmamız gereken mesele, muhalifliğin doğasında olan kutuplaştırıcı söyleme, dahası “kutuplaşma” merkezli planlı siyasi kampanyalara karşı alternatif bir dil üretimidir. Siyasal kutuplaşmayı ele alırken, yerel ve uluslararası şartları, farklı aktörlerin varlığını ve rollerini göz önünde bulundurmak, içinde yaşadığımız toplumu bütüncül biçimde değerlendirmeye tâbi tutmak, yapıcı söylem ve eylem üretmek sorumluluğundayız. Belki de en önemlisi, Türkiye özelinde kutuplaşmanın zeminini teşkil eden yapısal problemleri ve siyasallaşma eğilimini sorgulamalıyız. Türkiye’de toplumsal kırılmaların önüne geçebilecek yapısal reformlara ihtiyaç var. Ayrıca olağanüstü durumlar ile sıkça karşılaşan siyasetin normalleşmeye ve toplumun siyasetten belli ölçülerde uzaklaşmaya ihtiyacı olduğu da aşikâr. Bu noktalara işaret etmeksizin Türkiye’ye özgü kutuplaşma sorununun önüne geçilebilmesi pek de gerçekçi görünmüyor.

___
Bu yazı Ukba Dergisi'nin "Zihinsel Darbelere Direnmek" dosyasında 30.09.2016 tarihinde yayınlanmıştır: http://ukbadergisi.com/2016/09/turkiyede-kutuplasmayi-tartismak/


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DIŞ POLİTİKADA REALİST DÖNÜŞÜM

Arap Baharı, başlangıcından itibaren Türk dış politikasının temel meselelerinden biri oldu. Türkiye gerek Suriye ve Irak ile paylaştığı ...