1 Ekim 2016 Cumartesi

İSLÂM'IN YUMRUKLARI FİLİPİNLER'DE: THRILLA IN MANILA


“It's gonna be a thrilla and a chilla and a killa, when I get that gorilla in Manila.”

1 Ekim 1975. Filipinler'in başkenti Manila tüm zamanların en büyük boks maçına ev sahipliği yapıyor.

Thrilla in Manila: İslâm’ın yumrukları, tüm zamanların en büyüğü Muhammed Ali, Smokin’ Joe Frazier’a karşı.

1 Ekim 2016. Bu büyük maçın kırk birinci yıl dönümü.

Makbule Uyar, Moro Günlüğü kitabının bir bölümünde bu maç için Filipinler’e gelen Muhammed Ali ile karşılaşmasını anlatıyor. Muhammed Ali vefat ettiğinde paylaşmak istediğim fakat fırsat bulamadığım yazıyı bu vesile ile (kendi düzeltmelerimle) paylaşıyorum.

Allah, Muhammed Ali'ye rahmeti ile muamele eylesin. Âmin.


***


MAÇ

Manila’dayız. Her sokak başında büyük afişler: “Büyük maç”. Dünyanın gözü Manila’da. İki dev boksörün mücadelesi: “Muhammed Ali ve Frazier”.

Her ülkeden yüzlerce gazeteci adım adım Muhammed Ali’yi takip ediyordu. Objektifler Ali’nin ve Frazier’ın bütün hareketlerini tespit etmeye çalışıyorlardı. Gazetelerin baş sayfaları iki boksörün resimleri ile doluydu. Kim kazanacaktı?

Müslüman Türk kadını olarak heyecanlıydım. Muhammed Ali’nin kazanması için dua ediyordum. Muhammed Ali televizyonda konuşurken, Müslümanlığın gerçek doğru din olduğunu bağırarak korkusuzca insanlara haykırıyordu. Bir ara, muhteşem yumruğu havaya kalktı ve işaret parmağı ile Filipinler’e:

-Sen, esmer tenli insan! Hazret-i Muhammed’in resmini gördün mü? Siyah da olabilir, beyaz da. Ama Hazret-i İsa’yı sana beyaz tenli, yeşil gözlü, melekleri de beyaz tenli olarak gösterdiler. Neden siyah tenli melekler yok? Bunlar beyaz tenli Hıristiyanların uydurmalarıdır. Bunun için Müslüman oldum. Allah’ın ve gerçek peygamber olan Hz. Muhammed’in resmi yoktur.

Bütün bu sözlerle Ali, Manila’daki Hıristiyanları kızdırmıştı.

Muhammed Ali Manila’ya geldiği günden itibaren dini sorulara cevap verdi…

Manila’da sokaktaki adama soruyoruz:

-Kim kazanacak?

Cevap:

-Frazier.

Şoföre soruyoruz:

-Kim kazanacak?

Cevap:

-Frazier.

Tezgâhtar kıza soruyoruz, göğsündeki haçını okşayarak:

-Frazier, diyor.

Güneydeki Mindanao Adası’nın esir kamplarında yaşayan, her türlü medeni ihtiyaçtan yoksun Müslümanlar acaba maçı duydu mu?

Manila’da Intercontinental Oteli’nin en büyük salonundayız. Muhammed Ali’nin şerefine Sudi Arabistan Sefiri bir yemek veriyor. Ali’nin yanında bütün Müslüman ülkelerin sefirleri var. Ali maç hakkında hiç konuşmak istemiyor… Müsabakayı kazanması ona göre doğal:

-Şampiyonum ve büyüğüm! diyor.

Yemek sonunda Ali’den konuşması istendi. Ali bu teklifi kabul ederek ayağa kalktı. Şunları söyledi:

-Bu gece sizlerle beraber olmaktan çok mutluyum. Ben bu davete gelirken burada birkaç arkadaş bulabileceğimi sanmıştım, yanılmışım. Dünyanın dört bucağından gelen Müslüman kardeşleri tanımak beni ziyadesiyle memnun etti. Yeryüzünde hiçbir şey kalıcı değildir. Bugün siz sefirler olarak buradasınız, ben de şampiyon bir boksörüm. Ama elli sene sonra ne siz, ne de ben kalacağız. Kalıcı olan Allah ve onun peygamberi Hazret-i Muhammed’dir. Ben aldığım paranın sadece bir kısmını kendime ayırıyorum. Geriye kalan kazancımla Amerika’nın Müslüman zencilerine yardım edeceğim.  Müslümanlık sadece Amerika’da değil, dünyanın her yerinde hızla yayılmaktadır. Amerika’nın beş eyaletinde cami yaptırmayı istiyorum. 

ÖMER İLE KRAL HİKÂYESİ

Konuşmanın sonunda en çok sevdiği hikâyeyi anlattı:

Eskiden bir kral varmış, kralın hazinelerini Ömer adından genç bir Müslüman beklermiş. Ömer’i çekemeyen birkaç fesat insan, krala:

-Ömer’e güvenme, her gün hazinenden bir miktar çalıyor, demişler.

Kral bu sözlere inanmamış ve hazinenin bir köşesine saklanarak gizlice Ömer’i takip etmiş. Ömer her gün yaptığı gibi hazineyi kontrol etmiş, bütün altınların teker teker tamam olduğunu görünce dua etmeye başlamış:

-Allah’ım, çok şükür hepsi tamam, servet de senin şan da. Biz faniler için servetin ne değeri var? Hepimiz, hatta kral bile bu dünyadan göçecek. Baki olan sensin Allah’ım. En büyük servet sağlıktır. Bana verdiğin sağlık için sana şükrediyorum. Hazine bekçiliğinde beni krala ve kimseye mahcup etme. Kralımın hazinesini hayırlı yerlere harcamasını diliyorum, diye dua etmiş.

Kral, Ömer’in bu duası karşısında şaşırmış ve Ömer’i aynı şekilde birkaç gün daha takip etmiş.

Fakat dua her gün aynı şekilde tekrarlanmış. O zaman kral, Ömer’i çağırarak:

-Ey Ömer, hazine tamam mı? diye sormuş.

Ömer de:

-Yüce Allah’ın izniyle tamamdır, cevabını vermiş.

Bunun üzerine kral:

-Hazinemden ne kadar altın istersen al, ey Ömer. Sen bunu hak ettin, deyince:

-Benim hazinem sağlıktır, deyip altınları reddetmiş.

Konuşmasını bitiren Muhammed Ali’den bazı sorularımı cevaplandırmasını rica ettim. Ve kendisine sordum:

-Burada Müslüman ve Hıristiyan kavgası var. Sen bir Müslüman olarak buna ne dersin?

Muhammed Ali’nin cevabı şöyle oldu:

-Ben Müslüman, Hıristiyan, Budist ve Musevi diye bir ayrım yapmak istemiyorum. Bütün dinler bir nehrin kollarıdır. Bu kollar sonunda bir yere akar ve birleşirler. Bu da tek ve mutlak olan Allah’tır…

Erkek kardeşinden bir an bile ayrılmayan Ali, beş kişilik maiyeti ile müsaade istedi. Ve giderken Frazier’ı ringe yapıştıracağını, şampiyon olarak kalacağını söyledi.

Gerçekten maç son derece heyecanlı olmuştu. Bizler uyuyamadık, dünya uyuyamamıştı. Bu süper kuvvetlerin döğüşü aslında. Ezeli Müslüman-Hıristiyan kavgasının bir sembolü. Sonuç: Müslüman Muhammed Ali kazanmıştı.


(Uyar, Makbule N., Moro Günlüğü, Akabe Yayınları, İstanbul: 1987, ss. 72-75.)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DIŞ POLİTİKADA REALİST DÖNÜŞÜM

Arap Baharı, başlangıcından itibaren Türk dış politikasının temel meselelerinden biri oldu. Türkiye gerek Suriye ve Irak ile paylaştığı ...