“It's gonna be a thrilla
and a chilla and a killa, when I get that gorilla in Manila.”
1 Ekim 1975. Filipinler'in başkenti Manila tüm zamanların en büyük boks maçına ev sahipliği yapıyor.
1 Ekim 1975. Filipinler'in başkenti Manila tüm zamanların en büyük boks maçına ev sahipliği yapıyor.
Thrilla in Manila: İslâm’ın
yumrukları, tüm zamanların en büyüğü Muhammed Ali, Smokin’ Joe Frazier’a
karşı.
1 Ekim 2016. Bu büyük
maçın kırk birinci yıl dönümü.
Makbule Uyar, Moro Günlüğü kitabının bir bölümünde bu
maç için Filipinler’e gelen Muhammed Ali ile karşılaşmasını anlatıyor. Muhammed
Ali vefat ettiğinde paylaşmak istediğim fakat fırsat bulamadığım yazıyı bu
vesile ile (kendi düzeltmelerimle) paylaşıyorum.
Allah, Muhammed Ali'ye
rahmeti ile muamele eylesin. Âmin.
***
MAÇ
Manila’dayız. Her sokak
başında büyük afişler: “Büyük maç”. Dünyanın gözü Manila’da. İki dev boksörün
mücadelesi: “Muhammed Ali ve Frazier”.
Her ülkeden yüzlerce
gazeteci adım adım Muhammed Ali’yi takip ediyordu. Objektifler Ali’nin ve
Frazier’ın bütün hareketlerini tespit etmeye çalışıyorlardı. Gazetelerin baş
sayfaları iki boksörün resimleri ile doluydu. Kim kazanacaktı?
Müslüman Türk kadını
olarak heyecanlıydım. Muhammed Ali’nin kazanması için dua ediyordum. Muhammed
Ali televizyonda konuşurken, Müslümanlığın gerçek doğru din olduğunu bağırarak
korkusuzca insanlara haykırıyordu. Bir ara, muhteşem yumruğu havaya kalktı ve
işaret parmağı ile Filipinler’e:
-Sen, esmer tenli insan!
Hazret-i Muhammed’in resmini gördün mü? Siyah da olabilir, beyaz da. Ama Hazret-i
İsa’yı sana beyaz tenli, yeşil gözlü, melekleri de beyaz tenli olarak
gösterdiler. Neden siyah tenli melekler yok? Bunlar beyaz tenli Hıristiyanların
uydurmalarıdır. Bunun için Müslüman oldum. Allah’ın ve gerçek peygamber olan
Hz. Muhammed’in resmi yoktur.
Bütün bu sözlerle Ali,
Manila’daki Hıristiyanları kızdırmıştı.
Muhammed Ali Manila’ya
geldiği günden itibaren dini sorulara cevap verdi…
Manila’da sokaktaki adama
soruyoruz:
-Kim kazanacak?
Cevap:
-Frazier.
Şoföre soruyoruz:
-Kim kazanacak?
Cevap:
-Frazier.
Tezgâhtar kıza soruyoruz,
göğsündeki haçını okşayarak:
-Frazier, diyor.
Güneydeki Mindanao Adası’nın
esir kamplarında yaşayan, her türlü medeni ihtiyaçtan yoksun Müslümanlar acaba
maçı duydu mu?
Manila’da
Intercontinental Oteli’nin en büyük salonundayız. Muhammed Ali’nin şerefine
Sudi Arabistan Sefiri bir yemek veriyor. Ali’nin yanında bütün Müslüman ülkelerin
sefirleri var. Ali maç hakkında hiç konuşmak istemiyor… Müsabakayı kazanması
ona göre doğal:
-Şampiyonum ve büyüğüm!
diyor.
Yemek sonunda Ali’den
konuşması istendi. Ali bu teklifi kabul ederek ayağa kalktı. Şunları söyledi:
-Bu gece sizlerle beraber
olmaktan çok mutluyum. Ben bu davete gelirken burada birkaç arkadaş
bulabileceğimi sanmıştım, yanılmışım. Dünyanın dört bucağından gelen Müslüman
kardeşleri tanımak beni ziyadesiyle memnun etti. Yeryüzünde hiçbir şey kalıcı
değildir. Bugün siz sefirler olarak buradasınız, ben de şampiyon bir boksörüm.
Ama elli sene sonra ne siz, ne de ben kalacağız. Kalıcı olan Allah ve onun
peygamberi Hazret-i Muhammed’dir. Ben aldığım paranın sadece bir kısmını
kendime ayırıyorum. Geriye kalan kazancımla Amerika’nın Müslüman zencilerine
yardım edeceğim. Müslümanlık sadece
Amerika’da değil, dünyanın her yerinde hızla yayılmaktadır. Amerika’nın beş eyaletinde
cami yaptırmayı istiyorum.
ÖMER
İLE KRAL HİKÂYESİ
Konuşmanın sonunda en çok
sevdiği hikâyeyi anlattı:
Eskiden bir kral varmış,
kralın hazinelerini Ömer adından genç bir Müslüman beklermiş. Ömer’i çekemeyen
birkaç fesat insan, krala:
-Ömer’e güvenme, her gün
hazinenden bir miktar çalıyor, demişler.
Kral bu sözlere inanmamış
ve hazinenin bir köşesine saklanarak gizlice Ömer’i takip etmiş. Ömer her gün
yaptığı gibi hazineyi kontrol etmiş, bütün altınların teker teker tamam
olduğunu görünce dua etmeye başlamış:
-Allah’ım, çok şükür
hepsi tamam, servet de senin şan da. Biz faniler için servetin ne değeri var?
Hepimiz, hatta kral bile bu dünyadan göçecek. Baki olan sensin Allah’ım. En
büyük servet sağlıktır. Bana verdiğin sağlık için sana şükrediyorum. Hazine
bekçiliğinde beni krala ve kimseye mahcup etme. Kralımın hazinesini hayırlı
yerlere harcamasını diliyorum, diye dua etmiş.
Kral, Ömer’in bu duası
karşısında şaşırmış ve Ömer’i aynı şekilde birkaç gün daha takip etmiş.
Fakat dua her gün aynı şekilde
tekrarlanmış. O zaman kral, Ömer’i çağırarak:
-Ey Ömer, hazine tamam
mı? diye sormuş.
Ömer de:
-Yüce Allah’ın izniyle
tamamdır, cevabını vermiş.
Bunun üzerine kral:
-Hazinemden ne kadar
altın istersen al, ey Ömer. Sen bunu hak ettin, deyince:
-Benim hazinem sağlıktır,
deyip altınları reddetmiş.
Konuşmasını bitiren Muhammed
Ali’den bazı sorularımı cevaplandırmasını rica ettim. Ve kendisine sordum:
-Burada Müslüman ve
Hıristiyan kavgası var. Sen bir Müslüman olarak buna ne dersin?
Muhammed Ali’nin cevabı
şöyle oldu:
-Ben Müslüman,
Hıristiyan, Budist ve Musevi diye bir ayrım yapmak istemiyorum. Bütün dinler
bir nehrin kollarıdır. Bu kollar sonunda bir yere akar ve birleşirler. Bu da
tek ve mutlak olan Allah’tır…
Erkek kardeşinden bir an
bile ayrılmayan Ali, beş kişilik maiyeti ile müsaade istedi. Ve giderken
Frazier’ı ringe yapıştıracağını, şampiyon olarak kalacağını söyledi.
Gerçekten maç son derece
heyecanlı olmuştu. Bizler uyuyamadık, dünya uyuyamamıştı. Bu süper kuvvetlerin
döğüşü aslında. Ezeli Müslüman-Hıristiyan kavgasının bir sembolü. Sonuç:
Müslüman Muhammed Ali kazanmıştı.
(Uyar, Makbule N., Moro Günlüğü, Akabe Yayınları, İstanbul:
1987, ss. 72-75.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder