İslâmcılık akımının önemli fikir adamlarından, üstatlarından Necip
Fazıl Kısakürek’in “bütün varlığı” “yaratılış sebebi” olarak nitelendirdiği
İdeolocya Örgüsü Türkiye’de İslâmcılık düşüncesinin temel özelliklerini
yansıtması bakımından dikkate değer bir eserdir. Kısakürek, bu eserde
kurguladığı siyasi sistem üzerinden geniş bir yelpazede sosyal, siyasî,
ekonomik pek çok konuyu ele almıştır. Eseri İslâmcılık düşüncesi için önemli ve
değerli kılan özellik, Kısakürek’in İslâm inkılabı beklentisini ortaya koymuş
olmasıdır ki o dönemin şartları göz önüne alındığı zaman bu beklentiyi
dillendirmenin cesur bir çıkış olduğu aşikârdır. Detaylı bir devlet
telakkisinin çizildiği eserde Kısakürek’in inkılap anlayışı ve kurulması
gereken devletin temel özellikleri açıkça ortaya konmuştur. Eserde Kısakürek
İslâm inkılâbının özelliklerinden bahsetmekte, farklı kavram ve konulara
yaklaşımını ortaya koymakta, kurguladığı devlet sisteminin işleyişi hakkında
detaylı bilgi vermekte ve nihayet bahsettiği ülküyle hareket edenlerin sahip
olması gereken temel prensiplerden bahsetmekte, bir yönüyle ideal insan
tipolojisini ortaya koymaktadır. İdeolocya Örgüsü Türkiye’de İslâmcılık
düşüncesinin zaman içerisindeki dönüşümlerinin, değişimlerinin bir yansıması
olması ve hareketin yapı taşlarına referans vermesi açısından önem teşkil
etmektedir.
Kısakürek’in yedinci bölümün başında ortaya koyduğu düşünceleri
eserin bir nevi kalbini oluşturmaktadır. İslâm, liberalizm, sosyalizm ve
faşizmin savunduğu değerler bütününü içerisinde barındırmakta ve bunların eksik
yönlerini tamamlamaktadır. Bu ideolojiler hakikatin bir bölümü üzerine
yoğunlaşmakta dolayısıyla da bir diğerini sığ diye nitelendirilebilecek bir
biçimde eleştirmektedirler. Hâlbuki İslâm bu ideolojilerin savunduklarını bir
bütün olarak bünyesinde barındırmaktadır. Bu nedenle İslâm’ın bu ideolojilerden
birisi ile yakınlaştırılması, bunlarla İslâm arasında benzerlik ilişkisi
kurulması mantıklı değildir. Liberalizm ve kapitalizm birey haklarını ön plana
çıkarırken, sosyalizm ve komünizm de cemiyet haklarına vurgu yapmaktadır. İslâm
fertlerin haklarını onlara verdiği gibi cemiyet haklarını da açıkça
önemsemektedir. Ticaret helal kılınmış, ferdi mülkiyet ve kazanç ise hak olarak
görülmüştür; buna karşın faiz haram, zekât farz kılınmıştır. Zekât konusunu
burada belirtmek özelde sosyalizm ve komünizmin talep ettiği sosyal adalet kavramının
içerisini doldurması açısından gereklidir; zira bireylerden toplanan zekâtlar
devlet hazinesinde toplanmakta ve buradan da ihtiyaç sahiplerine
dağıtılmaktadır. Necip Fazıl’ın İslâm ve modern Batılı ideolojileri
karşılaştırırken beyan ettiği fikirler İslâmcılar nezdinde ciddi bir teveccüh
görmüştür.
Müellif, eserinde İslâm inkılâbının siyasi boyutunu ele alırken
İslâm’a destek olan dost ve karşı olan düşmanlara ayrıntılı biçimde yer
vermiştir. Burada İslâm düşmanlarını iki ana kategoride ele alabiliriz.
Birincisi dış düşmanlardır ki, bunların İslâm ile alakaları bulunmamaktadır.
Kısakürek bu kategoriye Batıyı, Yahudileri, Masonları vs. dâhil etmektedir.
Bahsi geçen topluluklar 400 yıl boyunca İslâm siyasetinin başarısızlığı için
ciddi çalışmalar yapmışlardır. İkinci kategorideki düşmanlar iç düşmanlar, yani
İslâm’la tanışmış insanlardır. Bunlar her ne kadar İslâm’la tanışmışlarsa da
İslâm’ın özünü kavrayamamış kişilerdir. Bu grupta müellifin kendi deyimiyle
softalar ve münafıklar vardır. Kısakürek’in dost olarak nitelendirdiği insanlar
ise İslâm inkılâbının gerçekleşmesi ve yeryüzünde İslâm düzeninin hâkim
kılınması için gecesini gündüzüne katarak samimi olarak çalışan müminlerdir.
Kısakürek’in Batı’nın ilmi konusundaki görüşleri hemen hemen bütün
İslâmcıların kültür ve medeniyet ayrımı üzerindeki görüşleriyle aynı
minvaldedir. Burada başvurduğu “Hikmet müminin yitik malıdır, nerede görse
alır” şeklindeki hadis genel itibariyle İslâmcılık akımının başvurduğu bir
kaynak niteliğindedir. Kısakürek Batı’nın yalnızca bilim ve teknolojideki
gelişmelerini takip etmek gerektiğini, bunun dışındaysa Batı’yla herhangi bir
alışverişin olmaması gerektiğini savunur. Dahası ilerleyen bölümlerde yine
tipik bir İslâmcı söylem olan Batı’nın esas itibariyle bugünkü durumuna gelmesi
için gereken ilerlemeyi Müslümanların kaynaklarını kullanarak başardıkları
söylemini kullanır. Ona göre Antik Yunan ve Roma deneyimleri sonrasında
Batı’nın ışıltısı sönmüştür. Batı’nın bugünkü gücüne ulaşmasının arkasındaki
temel etken, zamanında Müslümanların ürettikleri kaynakları kullanmayı akıl
etmiş olmalarıdır. Batı toplumu, Müslümanların öz kaynakları ile Yunan ve Roma
deneyimlerini tekrar diriltme çabasındadır. Maalesef Müslümanlar Rönesans’ı
yeterince iyi tahlil edememişlerdir. Batı’nın kendi realitesi içerisindeki
zihniyet dönüşümünü kavrayamamaktan dolayı da geri kalmışlığın çaresi Batı’yı
devamlı taklitte bulunmuştur. Bu anlayış genel kabul gören İslâmcı bir söylemin
tezahürü niteliğindedir.
Kısakürek’in eserinde sunduğu devlet modeli “Başyücelik
Devleti”dir. Kendi iddiası bu devlet modelinin yüzlerce yıllık devlet
geleneklerinin tamamının bir süzgeçten geçirilmiş ve en iyi yanlarının alınmış
olduğu bir rejim olduğu yönündedir. Bunun yanı sıra, İslâm devlet geleneğinin
önemli bir parçası olan şûra ilkesine de tamamıyla bağlı bir modeldir. Eserin
sekizinci bölümü tamamıyla bu devlete odaklanmaktadır. İslâm inkılâbının
gerçekleşmesi için klasik manada bir sınıf ayrımına gerek olmadığını iddia eder
Kısakürek. Sosyalist devrimin olması için iktisadi bir sınıf çatışması
gerekmektedir, fakat İslâm devrimini gerçekleştirmek yalnızca herhangi bir
sınıfın üzerine vazife değildir. Burada kendi deyimiyle “gerçek ve üstün
münevverler aristokrasyası” sınıfına ihtiyaç vardır. Bu sınıf inkılabı gerçekleştirebilecek
kapasiteye sahip kişilerden teşekkül etmektedir ve iktisadî bir sınıf değildir.
Dolayısıyla da Batılı anlamda keskin bir sınıf ayrımı yoktur; sadece inkılâbı
gerçekleştirebilecek bir zihniyete işaret eder.
Kısakürek’in eserlerini verdiği dönem Türkiye İslâmcılığının
milliyetçi/mukaddesatçı bir çizgiye evirildiği bir dönemdir. İslâmcılık
cumhuriyetin ilk yıllarındaki baskı yönetimi dolayısıyla çıkış yolu olarak
milliyetçi/mukaddesatçı bir üslup kullanmayı görmüştür. Müellifin
milliyetçiliğe yüklediği anlam dönemin İslâmcılarının milliyetçi değişiminin
bir göstergesi olarak algılanabilir. Eserde vurgulanan milliyetçilik cumhuriyet
döneminde sıklıkla başvurulan bir etnik/ırkçı milliyetçilikten farklıdır.
İnsanların farklı fırkalar halinde yaratıldığı gerçeğinden hareketle farklı
milliyetlerin peygamberin istediği şekilde, İslâm’ı şereflendirmek için rekabet
edeceklerini yazmıştır Kısakürek. Dolayısıyla buradaki milliyetçilik yumuşak
bir milliyetçiliktir ve milliyetler İslâm çatısı altında eriyerek bir harmoni
oluşturmaktadırlar.
Kısakürek’in eseri bir yandan ütopik bir model önermekte, bir
yandan da tarihe sınırlı da olsa atıfta bulunmaktadır. Tarihe atıf yapması,
tarihle bağlarının bulunması hasebiyle esere ütopya kategorisinde
değerlendirmek pek de mümkün değildir. Eserde İslâm toplumunun geçirdiği son
dört yüz yılı belli başlıklar altında eleştirse de genel anlamda Kısakürek’in
tarih üzerinde yeterince durduğu söylenemez. Eserin Gençlerle ilgili bölümünde
Asr-ı Saadet’e atıfta bulunan Kısakürek bu noktadan sonra tarih üzerine
eğilmez, tarihi referans vermez. Daha önce de belirttiğimiz üzere, Başyücelik
Modeli tarih süresince hüküm sürmüş bütün devlet rejimlerinden süzülerek ortaya
koyulmuştur; müellifin iddiası bu yöndedir. Bu iddianın tarihi bir takım
referanslarla güçlendirilmesi beklenirken eserin büyük kısmında tarih alanı boş
bir bölgeye tekabül eder. Bu açıdan ele alındığında eser İslâmcılığın temel
özelliklerinden birisine örnek teşkil etmektedir.
İfade ettiğimiz üzere, İdeolocya Örgüsü Türkiye’de İslâmcılığın
evirildiği yere işaret etmesi açısından önem taşımaktadır. Detaylı olarak ele
alındığında, eserin İslâmcı gelenekten gelen Ak Parti hükumetinin temel
felsefesiyle ilişkilendirebilecek noktalar taşıdığı iddia edilebilir. Bu durum,
Kısakürek’in fikirlerinin toplumda karşılık bulduğunun göstergesidir. Müellif
en önemli eseri olarak tanımladığı İdeolocya Örügüsü’nde önce İslâm inkılâbının
farklı yönleri üzerinde, daha sonra da Başyücelik Devleti olarak adlandırdığı
devlet modeli üzerinde ayrıntılı bir şekilde durmuştur. İslâmcılığın
milliyetçi/mukaddesatçı bir çizgiye dönüştüğü bir dönemde verilen eserde bu
dönemin milliyet/milliyetçilik anlayışının izdüşümlerini görmek mümkündür; zira
Kısakürek sıklıkla milli değerlerden bahsetmekte ve özel olarak milliyetçiliğin
de tanımını yapmaktadır. Kısakürek’in bilime ve Batı menşeili bilginin
alınmasına dair düşünceleri de yine tipik bir İslâmcı duruşuna tekabül eder.
Bunun dışında tarihe atıf noktasındaki eksiklikler de İslâmcılık düşüncesinin
genel manada tarih noktasındaki eksikliğinin bir yansıması olarak
değerlendirilebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder