20 Kasım 2014 Perşembe

BİR TÜRKİYE İSLÂMCILIĞI ÜRÜNÜ: İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ

İslâmcılık akımının önemli fikir adamlarından, üstatlarından Necip Fazıl Kısakürek’in “bütün varlığı” “yaratılış sebebi” olarak nitelendirdiği İdeolocya Örgüsü Türkiye’de İslâmcılık düşüncesinin temel özelliklerini yansıtması bakımından dikkate değer bir eserdir. Kısakürek, bu eserde kurguladığı siyasi sistem üzerinden geniş bir yelpazede sosyal, siyasî, ekonomik pek çok konuyu ele almıştır. Eseri İslâmcılık düşüncesi için önemli ve değerli kılan özellik, Kısakürek’in İslâm inkılabı beklentisini ortaya koymuş olmasıdır ki o dönemin şartları göz önüne alındığı zaman bu beklentiyi dillendirmenin cesur bir çıkış olduğu aşikârdır. Detaylı bir devlet telakkisinin çizildiği eserde Kısakürek’in inkılap anlayışı ve kurulması gereken devletin temel özellikleri açıkça ortaya konmuştur. Eserde Kısakürek İslâm inkılâbının özelliklerinden bahsetmekte, farklı kavram ve konulara yaklaşımını ortaya koymakta, kurguladığı devlet sisteminin işleyişi hakkında detaylı bilgi vermekte ve nihayet bahsettiği ülküyle hareket edenlerin sahip olması gereken temel prensiplerden bahsetmekte, bir yönüyle ideal insan tipolojisini ortaya koymaktadır. İdeolocya Örgüsü Türkiye’de İslâmcılık düşüncesinin zaman içerisindeki dönüşümlerinin, değişimlerinin bir yansıması olması ve hareketin yapı taşlarına referans vermesi açısından önem teşkil etmektedir.

Kısakürek’in yedinci bölümün başında ortaya koyduğu düşünceleri eserin bir nevi kalbini oluşturmaktadır. İslâm, liberalizm, sosyalizm ve faşizmin savunduğu değerler bütününü içerisinde barındırmakta ve bunların eksik yönlerini tamamlamaktadır. Bu ideolojiler hakikatin bir bölümü üzerine yoğunlaşmakta dolayısıyla da bir diğerini sığ diye nitelendirilebilecek bir biçimde eleştirmektedirler. Hâlbuki İslâm bu ideolojilerin savunduklarını bir bütün olarak bünyesinde barındırmaktadır. Bu nedenle İslâm’ın bu ideolojilerden birisi ile yakınlaştırılması, bunlarla İslâm arasında benzerlik ilişkisi kurulması mantıklı değildir. Liberalizm ve kapitalizm birey haklarını ön plana çıkarırken, sosyalizm ve komünizm de cemiyet haklarına vurgu yapmaktadır. İslâm fertlerin haklarını onlara verdiği gibi cemiyet haklarını da açıkça önemsemektedir. Ticaret helal kılınmış, ferdi mülkiyet ve kazanç ise hak olarak görülmüştür; buna karşın faiz haram, zekât farz kılınmıştır. Zekât konusunu burada belirtmek özelde sosyalizm ve komünizmin talep ettiği sosyal adalet kavramının içerisini doldurması açısından gereklidir; zira bireylerden toplanan zekâtlar devlet hazinesinde toplanmakta ve buradan da ihtiyaç sahiplerine dağıtılmaktadır. Necip Fazıl’ın İslâm ve modern Batılı ideolojileri karşılaştırırken beyan ettiği fikirler İslâmcılar nezdinde ciddi bir teveccüh görmüştür.

Müellif, eserinde İslâm inkılâbının siyasi boyutunu ele alırken İslâm’a destek olan dost ve karşı olan düşmanlara ayrıntılı biçimde yer vermiştir. Burada İslâm düşmanlarını iki ana kategoride ele alabiliriz. Birincisi dış düşmanlardır ki, bunların İslâm ile alakaları bulunmamaktadır. Kısakürek bu kategoriye Batıyı, Yahudileri, Masonları vs. dâhil etmektedir. Bahsi geçen topluluklar 400 yıl boyunca İslâm siyasetinin başarısızlığı için ciddi çalışmalar yapmışlardır. İkinci kategorideki düşmanlar iç düşmanlar, yani İslâm’la tanışmış insanlardır. Bunlar her ne kadar İslâm’la tanışmışlarsa da İslâm’ın özünü kavrayamamış kişilerdir. Bu grupta müellifin kendi deyimiyle softalar ve münafıklar vardır. Kısakürek’in dost olarak nitelendirdiği insanlar ise İslâm inkılâbının gerçekleşmesi ve yeryüzünde İslâm düzeninin hâkim kılınması için gecesini gündüzüne katarak samimi olarak çalışan müminlerdir.

Kısakürek’in Batı’nın ilmi konusundaki görüşleri hemen hemen bütün İslâmcıların kültür ve medeniyet ayrımı üzerindeki görüşleriyle aynı minvaldedir. Burada başvurduğu “Hikmet müminin yitik malıdır, nerede görse alır” şeklindeki hadis genel itibariyle İslâmcılık akımının başvurduğu bir kaynak niteliğindedir. Kısakürek Batı’nın yalnızca bilim ve teknolojideki gelişmelerini takip etmek gerektiğini, bunun dışındaysa Batı’yla herhangi bir alışverişin olmaması gerektiğini savunur. Dahası ilerleyen bölümlerde yine tipik bir İslâmcı söylem olan Batı’nın esas itibariyle bugünkü durumuna gelmesi için gereken ilerlemeyi Müslümanların kaynaklarını kullanarak başardıkları söylemini kullanır. Ona göre Antik Yunan ve Roma deneyimleri sonrasında Batı’nın ışıltısı sönmüştür. Batı’nın bugünkü gücüne ulaşmasının arkasındaki temel etken, zamanında Müslümanların ürettikleri kaynakları kullanmayı akıl etmiş olmalarıdır. Batı toplumu, Müslümanların öz kaynakları ile Yunan ve Roma deneyimlerini tekrar diriltme çabasındadır. Maalesef Müslümanlar Rönesans’ı yeterince iyi tahlil edememişlerdir. Batı’nın kendi realitesi içerisindeki zihniyet dönüşümünü kavrayamamaktan dolayı da geri kalmışlığın çaresi Batı’yı devamlı taklitte bulunmuştur. Bu anlayış genel kabul gören İslâmcı bir söylemin tezahürü niteliğindedir.

Kısakürek’in eserinde sunduğu devlet modeli “Başyücelik Devleti”dir. Kendi iddiası bu devlet modelinin yüzlerce yıllık devlet geleneklerinin tamamının bir süzgeçten geçirilmiş ve en iyi yanlarının alınmış olduğu bir rejim olduğu yönündedir. Bunun yanı sıra, İslâm devlet geleneğinin önemli bir parçası olan şûra ilkesine de tamamıyla bağlı bir modeldir. Eserin sekizinci bölümü tamamıyla bu devlete odaklanmaktadır. İslâm inkılâbının gerçekleşmesi için klasik manada bir sınıf ayrımına gerek olmadığını iddia eder Kısakürek. Sosyalist devrimin olması için iktisadi bir sınıf çatışması gerekmektedir, fakat İslâm devrimini gerçekleştirmek yalnızca herhangi bir sınıfın üzerine vazife değildir. Burada kendi deyimiyle “gerçek ve üstün münevverler aristokrasyası” sınıfına ihtiyaç vardır. Bu sınıf inkılabı gerçekleştirebilecek kapasiteye sahip kişilerden teşekkül etmektedir ve iktisadî bir sınıf değildir. Dolayısıyla da Batılı anlamda keskin bir sınıf ayrımı yoktur; sadece inkılâbı gerçekleştirebilecek bir zihniyete işaret eder.

Kısakürek’in eserlerini verdiği dönem Türkiye İslâmcılığının milliyetçi/mukaddesatçı bir çizgiye evirildiği bir dönemdir. İslâmcılık cumhuriyetin ilk yıllarındaki baskı yönetimi dolayısıyla çıkış yolu olarak milliyetçi/mukaddesatçı bir üslup kullanmayı görmüştür. Müellifin milliyetçiliğe yüklediği anlam dönemin İslâmcılarının milliyetçi değişiminin bir göstergesi olarak algılanabilir. Eserde vurgulanan milliyetçilik cumhuriyet döneminde sıklıkla başvurulan bir etnik/ırkçı milliyetçilikten farklıdır. İnsanların farklı fırkalar halinde yaratıldığı gerçeğinden hareketle farklı milliyetlerin peygamberin istediği şekilde, İslâm’ı şereflendirmek için rekabet edeceklerini yazmıştır Kısakürek. Dolayısıyla buradaki milliyetçilik yumuşak bir milliyetçiliktir ve milliyetler İslâm çatısı altında eriyerek bir harmoni oluşturmaktadırlar.

Kısakürek’in eseri bir yandan ütopik bir model önermekte, bir yandan da tarihe sınırlı da olsa atıfta bulunmaktadır. Tarihe atıf yapması, tarihle bağlarının bulunması hasebiyle esere ütopya kategorisinde değerlendirmek pek de mümkün değildir. Eserde İslâm toplumunun geçirdiği son dört yüz yılı belli başlıklar altında eleştirse de genel anlamda Kısakürek’in tarih üzerinde yeterince durduğu söylenemez. Eserin Gençlerle ilgili bölümünde Asr-ı Saadet’e atıfta bulunan Kısakürek bu noktadan sonra tarih üzerine eğilmez, tarihi referans vermez. Daha önce de belirttiğimiz üzere, Başyücelik Modeli tarih süresince hüküm sürmüş bütün devlet rejimlerinden süzülerek ortaya koyulmuştur; müellifin iddiası bu yöndedir. Bu iddianın tarihi bir takım referanslarla güçlendirilmesi beklenirken eserin büyük kısmında tarih alanı boş bir bölgeye tekabül eder. Bu açıdan ele alındığında eser İslâmcılığın temel özelliklerinden birisine örnek teşkil etmektedir.

İfade ettiğimiz üzere, İdeolocya Örgüsü Türkiye’de İslâmcılığın evirildiği yere işaret etmesi açısından önem taşımaktadır. Detaylı olarak ele alındığında, eserin İslâmcı gelenekten gelen Ak Parti hükumetinin temel felsefesiyle ilişkilendirebilecek noktalar taşıdığı iddia edilebilir. Bu durum, Kısakürek’in fikirlerinin toplumda karşılık bulduğunun göstergesidir. Müellif en önemli eseri olarak tanımladığı İdeolocya Örügüsü’nde önce İslâm inkılâbının farklı yönleri üzerinde, daha sonra da Başyücelik Devleti olarak adlandırdığı devlet modeli üzerinde ayrıntılı bir şekilde durmuştur. İslâmcılığın milliyetçi/mukaddesatçı bir çizgiye dönüştüğü bir dönemde verilen eserde bu dönemin milliyet/milliyetçilik anlayışının izdüşümlerini görmek mümkündür; zira Kısakürek sıklıkla milli değerlerden bahsetmekte ve özel olarak milliyetçiliğin de tanımını yapmaktadır. Kısakürek’in bilime ve Batı menşeili bilginin alınmasına dair düşünceleri de yine tipik bir İslâmcı duruşuna tekabül eder. Bunun dışında tarihe atıf noktasındaki eksiklikler de İslâmcılık düşüncesinin genel manada tarih noktasındaki eksikliğinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DIŞ POLİTİKADA REALİST DÖNÜŞÜM

Arap Baharı, başlangıcından itibaren Türk dış politikasının temel meselelerinden biri oldu. Türkiye gerek Suriye ve Irak ile paylaştığı ...