Küresele Kuramsal Bakışlar toplantı dizisinin
sekizincisinde Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi
Doç. Dr. Bahar Rumelili, devletler arasındaki güvenlik ilişkilerini,
işbirliğini, devletlerin tehdit algılarını ve başta ontolojik güvenlik olmak
üzere farklı güvenlik kuramlarını masaya yatırdı.
Uluslararası ilişkilere inşacı bakış açısıyla yaklaşan
Rumelili’ye göre, devletler kimlikleri olan sosyal aktörlerdir. Devletlerin
kendi kimliklerini nasıl tanımladığı ve diğer uluslararası aktörler tarafından
bu tanımlamaların ne derece kabul gördüğü önem arz eder. İnşacı yaklaşım
ülkelerin tehdit algılarının maddi kapasiteleriyle değil, kimlik algılarıyla
açıklanabileceğini ve kimliklerin zaman içerisinde dönüşebileceğini öne sürer.
Yine işbirliği, devletlerin ortak kimlikler oluşturmasında önemli bir
kavramdır. Realist ve neorealist okulların “Devletler ortak tehditler
karşısında çıkarları doğrultusunda ortak hareket edebilir” ve liberal ve
neoliberal okulların “Devletler tehditlere bağlı olmaksızın çıkarları
doğrultusunda sınırlı bir süre için bir araya gelebilir” savına karşı inşacı
okul, “İşbirliği ile bir araya gelen devletler yalnızca çıkarları dolayısıyla
ortak hareket etmez, ortak kimlikler de oluştururlar” iddiasındadır.
Rumelili, devletlerin kimliklerinin tehdit algılarından
değil de aralarındaki ihtilaflardan kaynaklandığı iddiasında. Ona göre,
devletler arası ihtilaflar kimlikleri oluşturur, kimliklerin oluşumu da
ihtilafları pekiştirir ve ihtilafların sürekliliğine neden olur. Devletler
kimlikler üzerinden diğer devletleri değerlendirir ve ötekileştirir. Bu noktada
“ontolojik güvenlik” kavramı, kimlik ve güvenlik arasındaki ilişkiyi tamamlar
niteliktedir. Örneğin, Avrupa Birliği’nin kimliği Türkiye ve diğer ülkeleri
ötekileştiren bir bakış açısı üzerinden kurulmuştur. Ancak AB üyesi olmayan
ülkelerin AB’ye tehdit oluşturduğunu söylemek fazla iddialı olacaktır. İşte
güvenlik ilişkilerinin açıklamakta zorlandığı bu noktayı ontolojik güvenlik
kavramı “ötekileştirme” ile açıklar.
Rumelili’nin kimliklerle ilgili açıklamaları gösteriyor
ki kimlik ve güvenlik kavramları arasındaki ilişki her zaman iyi
kurulamamıştır. Kimlikle ilintili güvenlik ve fiziksel güvenlik kaygıları
arasındaki ayrımı ontolojik güvenlik ile açıklamak mümkündür. Anthony Giddens
ontolojik güvenlik kavramını yeni doğan bir bebek ve bakıcısı arasındaki
ilişkiye benzetir. Yeni doğanlarda temel güven oluşumu rutin ve alışkanlıklara
dayanır. Birey, bu rutin ve alışkanlıklar üzerinden çevresinde olup bitenlere
bir anlam vererek kendi kimliğini oluşturur; böylece varoluşsal soruları
yanıtlar ve kendisine koruyucu bir çerçeve oluşturur.
Giddens’ın bu ontolojik güvenlik anlayışını uluslararası
ilişkilere adapte eden iki temel görüş vardır. Catarina Kinnvallve Stuart
Croft’a göre bireylerin küreselleşme ile birlikte farklı bir dünya ile
karşılaşmaları alıştıkları rutini sorgulamalarına neden olur ve nihayet
farklılıkları bir tehdit olarak algılamaları milliyetçi birtakım söylemlere yol
açarken ontolojik bir kimlik inşa edilir. İkinci tür ontolojik güvenlik
çalışmaları ise şu tezi savunur: Devletler hem fiziksel hem de ontolojik
güvenlik arayışındadır. Buna göre, devletler bir yandan bekalarını garanti
altına almaya, diğer yandan uluslararası sistemdeki varlıklarını belirli bir
anlayış çerçevesinde sürdürmeye çalışırlar. Jennifer Mitzen ve Brent J.
Steele’e göre devletlerin ontolojik güvenlik arayışı belirli durumlarda
fiziksel güvenliklerini tehlikeye atabilecek davranışlarda bulunmalarına yol
açabilir. Mitzen bu söylemini inatçı ihtilaflar örneği ile destekler. İhtilafın
devamının fiziksel güvenliklerine tehdit teşkil etmesine rağmen ontolojik
güvenlik arayışları dolayısıyla çatışmanın sürdürüldüğü İsrail-Filistin sorunu
buna bir örnektir. Steele ise aynı anlayışı insani müdahaleler ile açıklar.
Liberal devletler için insani yardım gerektiren durumlarda müdahale etmek her
ne kadar fiziksel tehlike yaratsa da kendi benlikleri ile çatışmamak adına,
ontolojik kimlikleri gereği bu tehlikeleri göze alırlar.
Uluslararası ilişkilerde güvenlik konusu 1990’lardan
itibaren popüler bir çalışma alanı hâline geldi. Bu çalışmalar içerisinde
ontolojik güvenlik nispeten yeni bir kavram. Güvenlik çalışmalarının çoğunda da
görülebileceği üzere, devletler çoğunlukla bekalarının fiziksel güvenliklerini
sağlamalarından geçtiği kanısındadırlar. Ontolojik güvenlik ise, fiziksel
güvenliğin aksine, devletlerin bekası yerine varoluş biçimlerindeki istikrar ve
devamlılığa odaklanır. Son dönemlerde güvenlik çalışmalarında psikolojiden de
faydalanılmaktadır. Buna göre genellikle fiziksel güvenlik korku, ontolojik
güvenlik ise endişe/kaygı duygusunu açığa çıkarır. Endişe
bilinmezlikten/belirsizlikten ileri gelir. Bireyler endişelerini kontrol etmek
için bunları korkuya çevirirler. Aynı şekilde devletler de ontolojik
kaygılarını kontrol edebilmek için fiziksel korkulara dönüştürürler.
Rumelili, aktörler arasındaki ihtilafları dört kategoride
incelemektedir. İstikrarlı ihtilaflar, (Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu ve
İsrail-Filistin çatışması gibi) fiziksel güvensizlik ve ontolojik güvenliğin
bir arada bulunduğu durumlardır. Bu tür ihtilafları çözmek için ontolojik
güvensizlik yaratılmalı, tehdit algılarının ve çatışmacı kimliklerin yeniden
üretilmesine zemin hazırlanmalıdır. İstikrarsız ihtilaflarda hem fiziksel hem
de ontolojik güvensizlik bir aradadır. Dönüşme sürecindeki ihtilaflar,
tarafların kendi aralarında çözdüğü veya uluslararası kamuoyunun bitirdiği
ihtilaflardır. Kuzey İrlanda örneğinde olduğu gibi, ihtilafın çözümüyle her ne
kadar fiziksel güvenlik sağlanmışsa da ontolojik güvensizlik devam eder. Son
kategori ise barıştır. Barış, hem fiziksel hem de ontolojik güvenliğin
sağlandığı durumdur. İsveç ve Finlandiya arasında BM girişimi ile çözülen
Aaland Adaları sorununu buna bir örnektir. Buna göre adalar Finlandiya
sınırları içinde kalmış ama kültürel olarak İsveç’e bağlı olmasına müsaade
edilmiştir. Barış süreçlerinde her ne kadar fiziksel güven ortamı sağlansa da
ontolojik güvenliğin hemen sağlanmasını beklemek gerçekçi değildir, öncelikle
ortak kimlikleri inşa edebilecek süreçlere yönelmek gerekir.
Ontolojik güvenlik alanında değerli çalışmaları olan
Rumelili, editörlüğünü yaptığı ve bu yıl çıkması beklenen Ontolojik Güvenlik,
İhtilafların Çözümü ve Barış Endişeleri kitabında ihtilafların çözüm sürecinde
ontolojik güvenliğin yarattığı endişelerin nasıl aşılabileceği üzerinde
duruyor. Bu eser ile yukarıda bir özetini sunduğumuz konu hakkında ayrıntılı
bilgilere ulaşmak mümkün olacak.
__
Bilim ve Sanat Vakfı Küresel Araştırmalar Merkezi’nin 9 Ekim 2013 tarihinde düzenlediği Küresele Kuramsal Bakışlar toplantı dizisinin sekizinci oturumunda Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Bahar Rumelili’nin yaptığı “Uluslararası İlişkilerde Kimlik ve Ontolojik Güvenlik” başlıklı sunumunun değerlendirme metnidir. BİSAV Bülten'in 83. sayısında yayımlanmıştır.
http://www.bisav.org.tr/yayinlar.aspx?module=makale&menuID=3_3&yayintipid=3&yayinid=202&makaleid=1220
http://www.bisav.org.tr/yayinlar.aspx?module=makale&menuID=3_3&yayintipid=3&yayinid=202&makaleid=1220
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder