Türkiye’de son birkaç
yıldır farklı çevrelerce dillendirilen, kısa bir cümle var: “Kutuplaşıyoruz.”
Cumhuriyet tarihimizin başından beri var olan sosyo-politik kırılma alanlarına
bağlı olarak zıtlıklar üzerinden tepkisel kimliklerin inşası, kutuplaşma sürecinin
başat damarlarından birisi olmakla beraber; siyaset mekanizmasının yaklaşımı
doğrultusunda kutuplaşma kavramının kendisi, siyasi bir çatışma alanına
dönüşmekte ve bu anlamda kutuplaşma yeniden üretilmektedir. Zıtlıklar üzerinden
kurgulanan ve meşruiyet zemini kazanan kimlikler kutuplaşmaya teşnedir, zira bu
kimlikler karşıtları var olduğu sürece yaşayabilirler. Bu sebeple, karşıtlığın
sürekli üretimi, kutuplaşmanın sürekli desteklenmesi normalleşir.
Kutuplaştığımız iddialarının çoğaldığı, kutuplaşma kavramının güncel
siyasetimizde kendisine yer edindiği bir dönemde bu kavrama dair birkaç hususu
dile getirmenin faydalı olacağı kanaatindeyim.
Siyasal anlamda
kutuplaşma kavramı bireylerin farklı konularda belirli siyasi aktörlerle aynı
safta yer almaları; bu konulara, belirli siyasal ideolojilerin çizdiği
sınırlara riayet ederek yaklaşmaları olarak tanımlanabilir. Kutuplaşma kavramı
hem bir konuda görüş ayrılıklarının olması durumunu hem de bu ayrılıklar
arasındaki makasın açılması sürecini ihtiva eder. Kavramın bulduğu ilk
karşılığını, yani bir durum olarak görüş farklılığının mümkünlüğünü göz önünde
bulundurduğumuz zaman, Türkiye’de sosyo-politik kutuplaşmaların özellikle
cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren var olageldiğini, bunun yeni bir durum
olmadığını görebiliriz. Bugünkü tartışmalar büyük oranda kavramın bulduğu
ikinci karşılık çevresinde şekillenmektedir. Kutuplaşmanın süreç boyutuna atıfla
belirtilen görüşler kutuplaşmanın toplum hayatına yeni giren bir mefhum olduğu
yönünde yanıltıcı bir sonuca ulaştırabilir. Nitekim bugünkü tartışmaların büyük
bölümünde kutuplaşmadan ancak son birkaç yılda mustarip olduğumuz gibi
yanıltıcı bir sonuç çıkmaktadır. Bu sonucun ortaya çıkmasındaki temel neden
kavramı bütüncül bir biçimde anlamlandırma çabasının eksikliğidir.
Kutuplaşma eylemine dair
dikkate alınması gereken önemli bir husus da bunun işteş bir eylem olduğu
hakikatidir. İşteş eylemler birden fazla öznenin beraber veya karşılıklı olarak
yaptığı eylemlerdir: savaşmak, barışmak vs. Birey tek başına kutuplaşamaz,
kutuplaşabileceği en az bir kişiye daha ihtiyacı vardır. Toplumsal/sosyal bir
varlık olan insan herkesle ortak düşünemez; karşıtlıklar insanın doğasının bir
gereğidir. Buradan yola çıkarak kutuplaşmanın toplumsal hayatın bir gerçeği
olduğunu söylememiz hiç de abartılı değildir. İnsanlığın tarihi aynı zamanda
kutuplaşmanın tarihidir. Buna ek olarak Türkiye’de merkez-çevre, laik-muhafazakâr,
Türk-Kürt eksenindeki sistem kaynaklı veya sistem tarafından beslenen
toplumsal, sınıfsal, siyasal fay hatlarının kutuplaşma eğilimini
normalleştirdiğine şahitlik etmekteyiz.
Kutuplaşma, siyaset
mekanizması, toplum ve medya sektörü arasındaki girift ilişkiler ağının bir
ürünüdür; birbiriyle ilintili olarak siyasal elitler ve kamuoyu düzeylerinde
cereyan eder, medya aracılığı ile de desteklenir. Siyasal elitlerin, yani
siyasetçilerin, siyasi partilerin farklı düşüncelere sahip olmaları ve bunları
destekleyecek kitlelere ulaşmaları, onları inşa etmeleri normaldir; zira
çoğulcu siyaset, farklılıkların varlığı ölçüsünde mümkündür ve siyasi aktörler
meşruluklarını toplumdan almaktadırlar. Siyasi partiler kendi tabanlarının
siyasi alana izdüşümleri niteliğindedirler ve fakat kendi tabanlarının
ideolojilerini yaşatma ve dönüştürme imkânları vardır. Medya da çoğu zaman
kutuplaşmayı destekleyici bir rol oynamaktadır. Medya kuruluşların kendi dünya
görüşleri, ideolojik aidiyetleri çerçevesinde yayın yapmaları olağandır.
Bununla beraber, bireyler ve gruplar da takip ettikleri medya konusunda seçici
davranabilmekte, sadece kendi dünya görüşlerine yakın gördükleri medya
organlarına güvenebilmekte ve bunları takip ederek kendilerine “steril” bir
dünya oluşturabilmektedirler. İşte bu noktada bireylerin veya grupların takip
etmeyi tercih ettikleri medya mevcut düşünceleri destekleyip, güçlendirmeye
yardımcı olur.
Kutuplaşma konusunu ele
alırken siyaset ve medyanın toplum ile karşılıklı bir ilişki içinde
bulunduğunun, bunların birbirlerini besleyen unsurlar olduğunun farkında olmak
gerekir. Sorunun sebeplerini ararken siyasi elitleri ya da medyayı suçlamak
kolaya kaçmak; toplumsal birikimi, refleksleri, hafızayı, talepleri yok
saymaktır. Kutuplaşmaya dair analizlerde bulunurken toplumun geçmişini,
kültürünü ve sosyo-ekonomik özelliklerini, dini ve etnik çeşitliliğini,
devlet-toplum ilişkilerini ve bu toplumu oluşturan grupların siyaset ve
medyadan beklentilerini dikkatle hesaba katmak gerekir. Kutuplaşmanın toplum
ayağını hesaba katmayan yaklaşımlar kutuplaşmaya sebep olan sözünü ettiğimiz
arka planı göz ardı etmektedir. Eğer kutuplaşma bir sorun ise, bu sorun sadece
siyasi aktörlerin ya da bir kutbun sorunu değil, toplumu oluşturan bütün
kutupların sorunudur.
Kutuplaşma kavramı
kutuplaşmaya dair söylemin ve eylemin kavramı yeniden ürettiği, onu
meşrulaştırdığı ve bu şekilde ona uygulama alanı açtığı bir kavramdır.
Kutuplaşmaya dair tek taraflı pozisyonlarımız, içinde kendimizi var ettiğimiz
kutuptan diğerine bakışımızın dışa vurumu, diğer kutbu ötekileştirme çabası ve
kutuplaşmaya çoğu zaman bilinç dışı bir katkıdır. Kutuplaşmaya dair durum
değerlendirmelerinde bu tarz yaklaşımlarda fazlasıyla bulunulmakta, dolayısıyla
aslında kutuplaşmayı besleyen düşünce ve davranışlar ortaya konmaktadır.
Özellikle son birkaç yıldır şahit olduğumuz kutuplaşma merkezli tartışmalar
çoğunlukla bahsi geçen şekilde cereyan etmekte, iktidar-muhalefet arasındaki
karşılıklı yıpratma ilişkisinin vazgeçilmez bir boyutu olagelmekte, Türkiye’nin
kutuplaşma sorununun çözümüne katkı sunmak bir yana onu daha da
alevlendirmektedir.
Türkiye’de kutuplaşma
konusunu ele alırken esas olarak tartışmamız gereken mesele, muhalifliğin
doğasında olan kutuplaştırıcı söyleme, dahası “kutuplaşma” merkezli planlı
siyasi kampanyalara karşı alternatif bir dil üretimidir. Siyasal kutuplaşmayı
ele alırken, yerel ve uluslararası şartları, farklı aktörlerin varlığını ve
rollerini göz önünde bulundurmak, içinde yaşadığımız toplumu bütüncül biçimde
değerlendirmeye tâbi tutmak, yapıcı söylem ve eylem üretmek sorumluluğundayız.
Belki de en önemlisi, Türkiye özelinde kutuplaşmanın zeminini teşkil eden
yapısal problemleri ve siyasallaşma eğilimini sorgulamalıyız. Türkiye’de
toplumsal kırılmaların önüne geçebilecek yapısal reformlara ihtiyaç var. Ayrıca
olağanüstü durumlar ile sıkça karşılaşan siyasetin normalleşmeye ve toplumun
siyasetten belli ölçülerde uzaklaşmaya ihtiyacı olduğu da aşikâr. Bu noktalara
işaret etmeksizin Türkiye’ye özgü kutuplaşma sorununun önüne geçilebilmesi pek
de gerçekçi görünmüyor.
___
Bu yazı Ukba Dergisi'nin "Zihinsel Darbelere Direnmek" dosyasında 30.09.2016 tarihinde yayınlanmıştır: http://ukbadergisi.com/2016/09/turkiyede-kutuplasmayi-tartismak/