Es-Selâm.
Ramazan'ınız mübarek olsun. Rabbim hakkıyla daha nicelerini yaşamayı nasip eylesin.
Yerel gurmeliğimi yazılarımla taçlandırıp, bloğumda yemek
kültürüne de yer vereceğimi daha önce söylemiştim. Bu minvalde yazdığım ilk
yazı olan “Trileçenin Kısa Tarihi” beni yanıltmayıp iyi bir okunma oranına
ulaştı. Yorumlar da oldukça olumluydu. Bu ilgi beni sevindirdi ve devamını
getirmeye karar verdim. Bir okuyucumun (ki kendisi beni kırmayıp yazıyı yayımlamadan önce okudu ve eleştirileri ile bu hale gelmesine katkı sundu) önerisi üzerine bu kez İç Anadolu
mutfağına giriş yapıyorum. Yazımızın konusu pek çok ilin sahiplendiği, bölgede
yöresel çatışmaların kaynağı niteliğindeki “arabaşı”.
Arabaşı en basit ifadeyle çorba ve hamur olmak üzere iki
temel bileşenden oluşan bir yemek. Ayrıntılı tarifi yazının sonunda vereceğim;
malum, trileçenin tarifini vermedim diye kızan okuyucular oldu geçen defa.
Kayseri ve Yozgat’ta iyi bilinen arabaşı, Konya, Karaman, Sivas, Ankara,
Nevşehir, Aksaray, Kırıkkale, Eskişehir gibi İç Anadolu şehirlerinin yanı sıra
Afyon, Denizli, Muğla, Mersin gibi Ege ve Akdeniz şehirlerinde de tüketilen bir
yemek. Kayseri ve Yozgat arasında tabii ki bir mücadelenin de sebebi. Ancak bu
mücadele 2012 yılında Yozgat lehine sonuçlandı, çünkü Yozgat arabaşını Türk
Patent Enstitüsü’nde tescilledi.
Kendim arabaşı hiç yiyemedim, bu konuda maalesef çok
şanssızım. Ama muhabbetinin yapıldığı ortamlarda çok bulundum. Madem yiyemedim,
bari nedir ne değildir diye arabaşının kökenlerine dair ufak çaplı bir
araştırma yapayım dedim. Lakin işin içine girince ufak çaplı bir araştırma ile
bir yere varamayacağımı anladım. Bu şekilde olabildiğince fazla kaynağa
ulaşarak işin derinine inmeye karar verdim. Dönemin Yozgat Belediye Başkanı
Yusuf Başer’in arabaşının tescili üzerine verdiği davetteki konuşması
araştırmamın çıkış noktası oldu. Başer burada arabaşını Veysel Karani’ye
dayandırıyordu. Rivayet odur ki, dişleri olmayan Veysel Karani’nin annesi
rahatlıkla yiyebilsin diye arabaşı pişirir. Bundan sonra da halk arasında
yaygınlaşan arabaşı varlığını günümüze kadar sürdürür.
Veysel Karani, daha doğrusu Üveys-i Karnî, İslâm
tarihinde önemli zatlardan birisidir malum. Doğum tarihi tam olarak
bilinmemekle beraber, Sıffin Savaşı’nda Hz. Ali’nin saflarında savaşırken şehid
olduğu bilinmektedir. Yemen’in Karn köyünden olan Karani, Hz. Muhammed (sav)
ile aynı dönemde yaşamış, fakat kendisini görememiştir. Hakkında bazı hadisler
rivayet edilmiştir. Gelgelelim esas mevzuya. Rivayet edilir ki, Uhud Savaşı’nda
Hz. Peygamberin dişlerinin kırıldığını duyunca iki dişini söker. Sonrasında
doğru dişleri söküp sökemediğinden emin olamadığı için bütün dişlerini söker.
Ferîdüddin-i Attar, Tezkiretü’l-Evliya adlı eserinin Karani’ye ayırdığı
bölümünde bu rivayete yer vermektedir (ilgilenenler Mehmed Zahid Kotku’nun
çevirisi için şuraya bakabilirler).
İşin bu boyutuyla ilgili kaynak bulabiliyoruz, fakat
gerisi sözlü kültüre dayanan bir rivayet. Yani Veysel Karani arabaşı yer miydi,
yemez miydi kesin olarak bilmek mümkün değil. Veysel Karani’nin Anadolu İslâm
kültüründeki yerini ve hakkındaki rivayetlerdeki bilgi kirliliğini de hesaba
katınca kesin yargılara varmanın zor olduğu malum oluyor. Şu aşamada yerel
kültürde böyle bir anlatı olduğunu bilmemiz yeterlidir diye düşünüyorum. Ben her halükarda hem müstakil
olarak hem de Veysel Karani üzerinden arabaşını Evliya Çelebi'nin
Seyahatnamesi'nde de aradım, lakin burada kayda geçen bir bilgi yok. Malumunuz
olduğu üzere Seyahatname'de Veysel Karani'den farklı yerlerde bahsediliyor,
ilgilenenler şu makaleye göz atabilirler.
Arabaşı yukarıda saydığımız yörelerde soğuk kış
gecelerinin vazgeçilmezi. İnsana resmen can veren bir yemek olduğu söyleniyor.
“Hele bir yiyin, gripmiş, nezleymiş vız gelir tırıs gider” diyorlar. Adına
bakıp da yanılmayın, arabaşı bir Arap yemeği değil; Türkmen mutfağından.
Türkmen nüfusun yoğun olduğu yerlerde yaygın olması da bu yüzden olsa gerek.
Ekşi Sözlük’te okuduğum bir yoruma göre (ki bu yorumu sephrenia adlı kullanıcı
yazmış) yemeğin adı esasen “ara aşı” imiş. Zaman içerisinde araya “b” harfi
girmiş ve arabaşı haline gelmiş. Neden mi ara aşı? Çünkü bu yemek aslında akşam
yemeği ile yatma vakti arasında yenirmiş. Bilemiyorum tabii, ben de
sephrenia’nın yalancısıyım.
Çorbası doğal ortamda yemlenmiş hindi, tavuk, horoz, kaz
veya tavşan gibi hayvanların etinden yapılır. Eski zamanlarda tavşan ve kanatlı
av hayvanlarından yapılırmış. Şu günlerde maalesef her yerde olduğu gibi
hormonlu tavuk ile sınırlanmış durumda. Millet de haklı, nereden bulsunlar köy
tavuğunu? Yemeği standart bir çorbadan ayıran özellik ise yanında hamurunun da
pişiriliyor olması. Yani bu çorbayı ekmekle yemiyorsunuz. Yumuşak,
kızarmamış bir hamur pişiriliyor; sonra bu hamur bir tepsiye dökülüp, soğutulup, dilimleniyor. Soğuk hamuru elinize alıp, çorbaya batırıyorsunuz. Sonra da mideye indiriyorsunuz. Koyu muhallebi kıvamındaki bu soğuk hamuru parçalamadan, düşürmeden çorbaya batırıp yiyebilmek işin en önemli yanı ve
ustalık istiyor. Şunu belirtmeden geçmeyelim: arabaşı hamurunu çiğnemeden
yutuyorsunuz. Bu olaya “arabaşı yutmak” deniyor. Tabii gecenin bir yarısı hamur
yutunca midenin hali nice olur, kilonuz kaça fırlar bilemiyorum.
Lafı daha fazla uzatmadan sizlere arabaşının 22 Ocak 2013
tarih ve 28536 sayılı resmi gazetede yayınlanan tarifini veriyorum. Buyurunuz:
Yozgat Arabaşı (12 Kişilik)
Hamuru
Malzemeler: 5 kilogram su, 650 gram un
5 litre suyun 3 litresi ateş üzerinde kaynatmaya
bırakılır. Kalan 2 litre soğuk suya 650 gr un ilave edilip mikserle çarpılarak
bulamaç haline getirilir. Bulamaç haline getirilmiş hamur kaynamakta olan suya
karıştırılarak boşaltılır. Oklava ile devamlı karıştırılarak hamur, mısır
patlağı gibi patlamaya başlayınca 3-4 dakika daha kaynatılıp, suyla ıslatılmış
sinilere dökülüp, siniler sallanarak eşit miktarda dağılması sağlanır ve
soğumaya bırakılır. Hamurun kolay kesilmesi ve kalkması için muhakkak soğuması
gerekmektedir. Soğumaya bırakılan hamur, ıslak bir bıçak ile baklava dilimleri
şeklinde kesilir. Tepsinin ortası çorba kasesi sığacak şekilde açılır ve açılan
yere çorba kasesi yerleştirilir. Kesilen hamurlar kaşık üzerine yerleştirilerek
çorba ile birlikte çiğnemeden yutulur.
Çorbası
Malzemeler: Tavuk göğüs eti (Kaz ya da Hindi de olur), 5
kilogram su, 5 kaşık un (yağsız kavrulmuş un), 1 kaşık tuz, 2 kaşık domates
salça, 1 kaşık pul biber, 1 kaşık kara biber, 150-200 gram tereyağı
Tavuk, kaz ya da hindinin tümü; üzeri geçecek seviyede su
ve bir kaşık tuz ilave edilip haşlanır. Haşlanan göğüs eti ayrı bir kapta küçük
küçük parçalanır. Ayrı bir tavada veya tabanı kalın, yayvan çelik bir tencere
içerisinde un kavrulur. Ocak ısısı en düşük ısı konumuna ayarlanmalı ve un
kavruluncaya kadar ayarı ile oynanmamalıdır. Un kaşık yardımı ile yavaş yavaş
30 dakika süre boyunca karıştırılarak kavrulmalıdır. Un rengi sarıya dönüp
kokusu çıkana kadar kavrulmalı ve hafif hafif duman çıkarmaya başladığı anda ocak
söndürülmelidir. Bu kavrulmuş una meyane denmektedir. Meyane soğuduktan sonra
içine soğuk su ilave edilerek ayran kıvamına getirilir. Çorba yapılmak tereyağı
ve kaşık domates salçası tencerede kavrulur. Bu aşamada pul biber ve karabiber
ilave edilir. Sonrasında üzerine 4-5 su bardağı tavuk, kaz ya da hindi suyundan
ilave edilerek kaynatılır. Kaynamaya başlayınca, suyla incelttiğimiz ve ayran
kıvamında olan meyane azar azar çorbanın içine ilave edilir ve kaynadıktan
sonra küçük küçük parçalanan etler ilave edilir ve 5-10 dakika daha kaynatılır.
İçilirken isteğe bağlı olarak çorbaya limon suyu konabilir.
Ben Yozgat'ta yaşarken bir iki kez yemiştim. Harika bir yemek/çorba olduğunu söyleyebilirim. Görüntüsüyle bile insanın iştahını kabartıyor. Çok güzel ve kapsamlı bir yazı olmuş. Ellerine sağlık diyelim:=)
YanıtlaSil