Rasim Özdenören açtığı şu kısa paranteze aşina olduğumuz,
bildiğimiz, bir el yordamı uzakta olup söylemeye çekindiğimiz, ket vurduğumuz, kelimelere
dök(e)mediğimiz ne çok düşünceyi sığdırmış. 12 Şubat'ta, 16 Mart'ta, 30
Ağustos'ta ve Maraş'ı, Sarıkamış'ı, Çanakkale'yi konuşurken aklımın merkezinde
kalsın bu parantez:
"Bir zamanlar -yani sava sırasında (yani kendisinin
daha delikanlılığının ilk yıllarında ve ne korkunç yıllardı onlar, arpa ekmeği
yerlerdi ve uzak köylerden yiyecekleri gelirdi ve kıtlık, açlık, savaş bir
aradaydı ve dövüşmüşlerdi Kuran için, Halife için ve Fransız’ı kenti terk etmek
zorunda bıraktıkları zaman kurtulduklarını sanmışlardı, oysa sonradan olanlar
bambaşkaydı, uğrunda savaşmadıkları ve savaşmayı akıllarına getirmedikleri
şeyler olmuştu, ne uğruna savaşmışlarsa sanki savaşla onu ortadan kaldırmak
istemişler gibi bir sonu olmuştu, kimsenin beklemediği bir şeydi bu ama gene de
çok kimse farkında değilmiş gibiydi bunun ya da sanki herkes kâfir olmaya
teşneymiş gibi, bir kendisi fark etmişti gerçeği, bir de asılan birkaç
arkadaşı, şimdi biliyor ki asılan arkadaşlarının uğrunda asıldıkları şeyler de
bu günkü insanların anlayabilecekleri şeyler değildir ve anlamazlar ve belki
kendileri de bir kez daha asmaya kalkışırlar ama onlar yani asılanlar yani
savaş verenler kendilerini asan insanlar kurtulsunlar diye savaşmışlardı ve
asıldıkları şeyler için savaşmışlardı, bunu kim anlayabilir, kim? Kim?) bu
binaların yükseldiği yerler hep yanmıştı."
___
Özdenören, Rasim. Gül Yetiştiren Adam. 25. Baskı.
İz Yayıncılık. İstanbul: 2014. s. 31.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder