25 Aralık 2014 Perşembe

ARAP-İSLÂM SİYASAL AKLININ OLUŞUMUNDA ÜÇ ANAHTAR KAVRAM 1: AKİDE

İslâm siyasal aklının temellerinin, oluşumunun, dönüşümünün kavranması, İslâm siyaset düşüncesini bir bütün olarak okumanın ve anlamanın olmazsa olmazlarından birisini teşkil eder. Arap coğrafyasında başlayan Muhammedî davet, buradan yeryüzüne yayılmıştır. Bundan dolayı Arap-İslâm siyasal aklı, İslâm siyasal aklının ilk evresini teşkil eder. Muhammed Âbid el-Câbirî, hacimli eseri Arap İslâm Siyasal Aklı’nda akide, kabile ve ganimet kavramları çerçevesinde Hz. Peygamber, dört halife, Emevî ve Abbasi dönemlerini ele alarak Arap-İslâm siyasal aklının temellerini ve zaman içerisindeki değişimini ortaya koymaktadır. Müellif, eserinde bu üç kavramın Arap-İslâm siyasal aklının oluşumunun temelinde bulunduğunu açıkladıktan sonra, bahsi geçen dönemler içerisinde bu kavramların içeriklerinin ne gibi değişiklikler geçirdiğini gözler önüne sermektedir. Biz de Câbirî’nin eseri ve İslâm mezhepleri tarihi çerçevesinde bu üç anahtar kavramın Arap-İslâm siyasal aklının oluşumundaki rollerini ayrı ayrı ele alan üç yazı yazmayı uygun gördük. Bu birinci yazı, anahtar kavramlardan ilki olan “akide” kavramını bahsettiğimiz kaynaklar çerçevesinde kısa ve öz bir biçimde ele alacaktır.

Bir din olması hasebiyle doğal olarak İslâm’ın ortaya koyduğu bir akidesi vardır. İslâmi davet bu akide çerçevesinde başlamış ve ilk etapta ortaya çıktığı coğrafyadaki hâkim düzene daha sonra da dünya coğrafyasındaki diğer düzenlere karşı çıkmıştır. Kur’an’ın Mekke döneminde inen ayetlerine bakıldığı zaman çoğunlukla imanî konular etrafında bu yeni akidenin tesisinin üzerinde durduğu görülür. Buna göre Allah birdir ve putlar inkâr edilmiştir, Hz. Muhammed Allah’ın elçisidir, ölümden sonra hayat vardır ve burada insanlar dünyadaki icraatlarına göre cennet veya cehenneme giderler. Bu prensipler Arap yarımadasında hüküm süren putperest düzeni bizatihi reddetmiş ve bu düzeni sürdürenlere karşı da mücadeleyi şart koşmuştur. Zaten Hz. Peygamberin açıktan davete başlamasıyla beraber müşrikler de zulüm ile bu davete karşı çıkmışlardır. Bunun akide yanında kabilevî sosyo-politik yapıyla ve iktisadi düzenle de yakından ilgisi vardır.

Medine’ye hicret ile İslâmi bir düzenin kurulmasının ve belirtilen akide çerçevesinde müşriklerle sistemli bir mücadele verilmesinin de zemini sağlanmış oluyordu. Bu yeni şehir devleti kabile ve ganimet kavramları açısından da önem arz etmekle beraber, İslâm itikadının rahat bir biçimde yayılmasında kilit bir rol oynamıştır. Bu aşamada özellikle Medine’deki Yahudi kabileleri ile Müslüman Evs ve Hazrec kabileleri arasında yapılan antlaşmadan da görüleceği üzere akide net bir biçimde ortaya konmuş, daha farklı meseleler üzerine eğilme fırsatı bulunmuştur.

Hz. Peygamber’in vefatını izleyen hilafet tartışmaları ile beraber akide noktasında yeni sorunsalların ortaya çıktığını görüyoruz. Halifenin kim olacağı ve nasıl seçileceği konusu hiç şüphesiz ciddi tartışmalara sebebiyet vermiştir ve sonuç itibariyle şura yoluyla Hz. Ebubekir’e bey’at edilmiştir. Halifenin Allah’ın halifesi mi, yoksa peygamberin halifesi mi olduğu tartışması da bu sorunsallardan birisidir ve sonuç itibariyle peygamberin halifesi olduğu üzerinde karar kılınmıştır. Daha sonraki süreçlerde yöntemler farklı olmak üzere Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali şura yoluyla halife seçilmişlerdir. Yani bey’at dört halife döneminin akide noktasındaki temel esaslarından birisi olmuştur.

Muaviye ile başlayan Emevîler döneminde halifenin seçilmesi hususunda akide değişikliğe uğramıştır. Burada Muaviye’nin ve onu destekleyenlerin sıklıkla Muaviye’yi öven hadisler rivayet ettiğini belirtmekte fayda var. Ayrıca malum olunduğu üzere Emevîler ile beraber hilafet saltanata dönüşmüştür. Hz. Peygamber’in kendisinden sonra hilafetin otuz yıl devam edeceği ve sonrasında saltanata dönüşeceği şeklindeki hadisi bu dönüşümü meşrulaştırmada önemli rol oynamıştır. Emevî dönemi ile ilgili önemli bir konu da halifelerin tamamının Kureyş’ten olmasıdır. Burada “Hilafet Kureyş’tendir” şeklindeki hadis dile getirilmiş ve dört halifenin de Kureyş kabilesinden olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu yolla Kureyş dışındaki kabilelerin yönetimde söz sahibi olmasının önüne geçilmiştir. Emevîler’in akide noktasındaki bir diğer özelliği de cebriye fikrini benimsemiş olmalarıdır. Buna göre kişi kader ve fiilleri hususunda söz sahibi değildir, yani bunlar Allah’ın belirlediği şekilde gerçekleşir. Bu fikir üzerinden Emevî halifeleri icraatlarından doğan sorumluluğu ortadan kaldırmışlardır. Ayrıca cebriyeye bağlı olarak halifeler cehennemden kurtulmuş olurlar, doğal olarak cennete girmeye hak kazanırlar.

Müslümanlar arasındaki ilk çatışmalar ile başlayan mezhep hareketleri Emevîler döneminde de artarak varlık göstermeye devam etmişlerdir. Bunda Emevîler’in uyguladığı akide, kabile ve ganimet politikalarının etkisi kuşkusuz önemlidir. Havaric, Şia, Mürcie ve Mutezile bu dönemde Emevî akidesine ciddi eleştiriler getirmiş ve kendi akide prensiplerini ortaya koymuşlardır. Mürcie’nin büyük bir kısmı haricinde geri kalan mezhepler Emevî yönetimini ciddi biçimde eleştirmişlerdir. Mürcie’nin ihtilaflı konularda hükmü Allah’a bırakma prensibi diğer mezhepler tarafından Emevî yönetimini ve onların hatalarını meşrulaştırıcı bir yaklaşım olarak anlaşılmaktaydı. Havaric ve Mutezile halifenin Kureyş’ten olma ilkesine karşı çıkıyor, gerekli niteliklere sahip olan her Müslümanın halife olabileceğini iddia ediyorlardı. Şia’nın bu konuya yaklaşımı zaten imamları merkeze alan bir yapıya dayanıyordu. Ayrıca Şia’nın bir kolu olan ve bu dönemde ortaya çıkan Zeydiyye hilafetin saltanat ile devam etmesini eleştiriyor, belirli vasıflara sahip olan ve bey’at edilen kişilerin halife olabileceğini, hatta birden fazla halifenin olabileceğini savunuyordu. Emevîler’in cebriye fikrine karşı Mutezile ve Kaderiyye kader konusuna farklı bir bakış açısı getiriyorlardı; buna göre, kişi iradesi yoluyla fiillerine karar vermekte ve yapmaktaydı. Dolayısıyla kişinin fiilleri kendisini bağlamaktadır ve bunlardan hesaba çekilecektir. Bunun manası halifelerin yaptıkları işlerden sorumlu olduklarıdır.

Emevîler döneminde farklı mezheplerin bir şekilde merkezden uzaklaştırılması sonucunda ortaya çıkan Emevî karşıtı sosyal mutabakat bu devrin sona ermesine ve Abbasi yönetiminin tesis edilmesine sebep olmuştur. Abbasiler döneminde Emevîler’e ait olan ve toplum nezdinde ciddi eleştirilere sebep olan akide, kabile ve ganimet politikaları değişikliğe uğramıştır. Öncelikli olarak şunu belirtmek gerekir ki, burada kabileye dayanan toplum yapısının da değişimiyle beraber yeni bir sınıfsal yapı ortaya çıkmıştır. Bu sınıflar seçkinler ve halk sınıflarıdır. Emevîler döneminde ümera/ulema sınıfına dâhil olan halife, Abbasiler döneminde sınıflar üstü bir pozisyona taşınmıştır. Ayrıca halifenin Allah’ın halifesi olduğu noktasında bir değişiklik söz konusudur. Bundan dolayı halifeler “sultanullah”, “halifetullah” gibi sıfatlarla anılmışlardır. Halife’nin kabile kökeni konusunda da Emevî döneminden farklı olarak “Rıza, Muhammed ailesindendir” şeklindeki hadisten hareketle ehl-i beytten birilerinin halife olması gerektiğini iddia etmişlerdir. Peygamberin amcası olan Hz. Abbas’ın soyundan gelenlerin halife olmaları gerektiğini bir şekilde meşrulaştırmışlar ve hilafet sistemini de bu düşünce üzerine bina etmişlerdir.

Özellikle Emevîler dönemi ile akide, siyasi olanı meşrulaştırıcı bir rol üstlenmeye başlamış, bu durum Abbasiler döneminde de devam etmiştir. Dört halife döneminde dini olan siyasi olanı belirlemekte iken sonraki dönemlerde bu hiyerarşik ilişkide pozisyonlar değişim göstermiştir. Görüldüğü üzere Arap-İslâm siyasal aklının kurucu kavramlarından olan akide zaman içerisinde değişiklikler göstermiştir. Konunun daha iyi kavranması için kabile ve ganimet kavramlarını da incelemek gerektiğini belirtmeliyiz. Burada kısıtlı bir biçimde yalnızca akide konusunu ele aldık. Bundan sonraki yazılarımızda da diğer iki kavramı aynı yaklaşımla inceleyeceğiz.

__
24.12.2014 tarihinde şu adreste yayımlandı: http://ibredergi.com/arap-islam-siyasal-aklinin-olusumunda-uc-anahtar-kavram-1-akide.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DIŞ POLİTİKADA REALİST DÖNÜŞÜM

Arap Baharı, başlangıcından itibaren Türk dış politikasının temel meselelerinden biri oldu. Türkiye gerek Suriye ve Irak ile paylaştığı ...