İslâm siyasal aklının
temellerinin, oluşumunun, dönüşümünün kavranması, İslâm siyaset düşüncesini bir
bütün olarak okumanın ve anlamanın olmazsa olmazlarından birisini teşkil eder.
Arap coğrafyasında başlayan Muhammedî davet, buradan yeryüzüne yayılmıştır.
Bundan dolayı Arap-İslâm siyasal aklı, İslâm siyasal aklının ilk evresini
teşkil eder. Muhammed Âbid el-Câbirî, hacimli eseri Arap İslâm Siyasal Aklı’nda
akide, kabile ve ganimet kavramları çerçevesinde Hz. Peygamber, dört halife,
Emevî ve Abbasi dönemlerini ele alarak Arap-İslâm siyasal aklının temellerini
ve zaman içerisindeki değişimini ortaya koymaktadır. Müellif, eserinde bu üç
kavramın Arap-İslâm siyasal aklının oluşumunun temelinde bulunduğunu
açıkladıktan sonra, bahsi geçen dönemler içerisinde bu kavramların
içeriklerinin ne gibi değişiklikler geçirdiğini gözler önüne sermektedir. Biz
de Câbirî’nin eseri ve İslâm mezhepleri tarihi çerçevesinde bu üç anahtar
kavramın Arap-İslâm siyasal aklının oluşumundaki rollerini ayrı ayrı ele alan
üç yazı yazmayı uygun gördük. Bu birinci yazı, anahtar kavramlardan ilki olan
“akide” kavramını bahsettiğimiz kaynaklar çerçevesinde kısa ve öz bir biçimde
ele alacaktır.
Bir din olması hasebiyle doğal olarak İslâm’ın ortaya koyduğu bir akidesi
vardır. İslâmi davet bu akide çerçevesinde başlamış ve ilk etapta ortaya
çıktığı coğrafyadaki hâkim düzene daha sonra da dünya coğrafyasındaki diğer
düzenlere karşı çıkmıştır. Kur’an’ın Mekke döneminde inen ayetlerine bakıldığı
zaman çoğunlukla imanî konular etrafında bu yeni akidenin tesisinin üzerinde
durduğu görülür. Buna göre Allah birdir ve putlar inkâr edilmiştir, Hz.
Muhammed Allah’ın elçisidir, ölümden sonra hayat vardır ve burada insanlar
dünyadaki icraatlarına göre cennet veya cehenneme giderler. Bu prensipler Arap
yarımadasında hüküm süren putperest düzeni bizatihi reddetmiş ve bu düzeni
sürdürenlere karşı da mücadeleyi şart koşmuştur. Zaten Hz. Peygamberin açıktan
davete başlamasıyla beraber müşrikler de zulüm ile bu davete karşı
çıkmışlardır. Bunun akide yanında kabilevî sosyo-politik yapıyla ve iktisadi
düzenle de yakından ilgisi vardır.
Medine’ye hicret ile İslâmi bir düzenin kurulmasının ve belirtilen akide
çerçevesinde müşriklerle sistemli bir mücadele verilmesinin de zemini sağlanmış
oluyordu. Bu yeni şehir devleti kabile ve ganimet kavramları açısından da önem
arz etmekle beraber, İslâm itikadının rahat bir biçimde yayılmasında kilit bir
rol oynamıştır. Bu aşamada özellikle Medine’deki Yahudi kabileleri ile Müslüman
Evs ve Hazrec kabileleri arasında yapılan antlaşmadan da görüleceği üzere akide
net bir biçimde ortaya konmuş, daha farklı meseleler üzerine eğilme fırsatı
bulunmuştur.
Hz. Peygamber’in vefatını izleyen hilafet tartışmaları ile beraber akide
noktasında yeni sorunsalların ortaya çıktığını görüyoruz. Halifenin kim olacağı
ve nasıl seçileceği konusu hiç şüphesiz ciddi tartışmalara sebebiyet vermiştir
ve sonuç itibariyle şura yoluyla Hz. Ebubekir’e bey’at edilmiştir. Halifenin
Allah’ın halifesi mi, yoksa peygamberin halifesi mi olduğu tartışması da bu
sorunsallardan birisidir ve sonuç itibariyle peygamberin halifesi olduğu
üzerinde karar kılınmıştır. Daha sonraki süreçlerde yöntemler farklı olmak
üzere Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali şura yoluyla halife seçilmişlerdir. Yani
bey’at dört halife döneminin akide noktasındaki temel esaslarından birisi
olmuştur.
Muaviye ile başlayan Emevîler döneminde halifenin seçilmesi hususunda akide
değişikliğe uğramıştır. Burada Muaviye’nin ve onu destekleyenlerin sıklıkla
Muaviye’yi öven hadisler rivayet ettiğini belirtmekte fayda var. Ayrıca malum
olunduğu üzere Emevîler ile beraber hilafet saltanata dönüşmüştür. Hz.
Peygamber’in kendisinden sonra hilafetin otuz yıl devam edeceği ve sonrasında
saltanata dönüşeceği şeklindeki hadisi bu dönüşümü meşrulaştırmada önemli rol
oynamıştır. Emevî dönemi ile ilgili önemli bir konu da halifelerin tamamının
Kureyş’ten olmasıdır. Burada “Hilafet Kureyş’tendir” şeklindeki hadis dile
getirilmiş ve dört halifenin de Kureyş kabilesinden olduğuna dikkat
çekilmiştir. Bu yolla Kureyş dışındaki kabilelerin yönetimde söz sahibi
olmasının önüne geçilmiştir. Emevîler’in akide noktasındaki bir diğer özelliği
de cebriye fikrini benimsemiş olmalarıdır. Buna göre kişi kader ve fiilleri
hususunda söz sahibi değildir, yani bunlar Allah’ın belirlediği şekilde gerçekleşir.
Bu fikir üzerinden Emevî halifeleri icraatlarından doğan sorumluluğu ortadan
kaldırmışlardır. Ayrıca cebriyeye bağlı olarak halifeler cehennemden kurtulmuş
olurlar, doğal olarak cennete girmeye hak kazanırlar.
Müslümanlar arasındaki ilk çatışmalar ile başlayan mezhep hareketleri
Emevîler döneminde de artarak varlık göstermeye devam etmişlerdir. Bunda
Emevîler’in uyguladığı akide, kabile ve ganimet politikalarının etkisi kuşkusuz
önemlidir. Havaric, Şia, Mürcie ve Mutezile bu dönemde Emevî akidesine ciddi
eleştiriler getirmiş ve kendi akide prensiplerini ortaya koymuşlardır.
Mürcie’nin büyük bir kısmı haricinde geri kalan mezhepler Emevî yönetimini
ciddi biçimde eleştirmişlerdir. Mürcie’nin ihtilaflı konularda hükmü Allah’a
bırakma prensibi diğer mezhepler tarafından Emevî yönetimini ve onların
hatalarını meşrulaştırıcı bir yaklaşım olarak anlaşılmaktaydı. Havaric ve
Mutezile halifenin Kureyş’ten olma ilkesine karşı çıkıyor, gerekli niteliklere
sahip olan her Müslümanın halife olabileceğini iddia ediyorlardı. Şia’nın bu
konuya yaklaşımı zaten imamları merkeze alan bir yapıya dayanıyordu. Ayrıca
Şia’nın bir kolu olan ve bu dönemde ortaya çıkan Zeydiyye hilafetin saltanat
ile devam etmesini eleştiriyor, belirli vasıflara sahip olan ve bey’at edilen kişilerin
halife olabileceğini, hatta birden fazla halifenin olabileceğini savunuyordu.
Emevîler’in cebriye fikrine karşı Mutezile ve Kaderiyye kader konusuna farklı
bir bakış açısı getiriyorlardı; buna göre, kişi iradesi yoluyla fiillerine
karar vermekte ve yapmaktaydı. Dolayısıyla kişinin fiilleri kendisini
bağlamaktadır ve bunlardan hesaba çekilecektir. Bunun manası halifelerin
yaptıkları işlerden sorumlu olduklarıdır.
Emevîler döneminde farklı mezheplerin bir şekilde merkezden
uzaklaştırılması sonucunda ortaya çıkan Emevî karşıtı sosyal mutabakat bu
devrin sona ermesine ve Abbasi yönetiminin tesis edilmesine sebep olmuştur.
Abbasiler döneminde Emevîler’e ait olan ve toplum nezdinde ciddi eleştirilere
sebep olan akide, kabile ve ganimet politikaları değişikliğe uğramıştır.
Öncelikli olarak şunu belirtmek gerekir ki, burada kabileye dayanan toplum
yapısının da değişimiyle beraber yeni bir sınıfsal yapı ortaya çıkmıştır. Bu
sınıflar seçkinler ve halk sınıflarıdır. Emevîler döneminde ümera/ulema
sınıfına dâhil olan halife, Abbasiler döneminde sınıflar üstü bir pozisyona
taşınmıştır. Ayrıca halifenin Allah’ın halifesi olduğu noktasında bir
değişiklik söz konusudur. Bundan dolayı halifeler “sultanullah”, “halifetullah”
gibi sıfatlarla anılmışlardır. Halife’nin kabile kökeni konusunda da Emevî
döneminden farklı olarak “Rıza, Muhammed ailesindendir” şeklindeki hadisten
hareketle ehl-i beytten birilerinin halife olması gerektiğini iddia
etmişlerdir. Peygamberin amcası olan Hz. Abbas’ın soyundan gelenlerin halife olmaları
gerektiğini bir şekilde meşrulaştırmışlar ve hilafet sistemini de bu düşünce
üzerine bina etmişlerdir.
Özellikle Emevîler dönemi ile akide, siyasi olanı meşrulaştırıcı bir rol
üstlenmeye başlamış, bu durum Abbasiler döneminde de devam etmiştir. Dört
halife döneminde dini olan siyasi olanı belirlemekte iken sonraki dönemlerde bu
hiyerarşik ilişkide pozisyonlar değişim göstermiştir. Görüldüğü üzere
Arap-İslâm siyasal aklının kurucu kavramlarından olan akide zaman içerisinde
değişiklikler göstermiştir. Konunun daha iyi kavranması için kabile ve ganimet
kavramlarını da incelemek gerektiğini belirtmeliyiz. Burada kısıtlı bir biçimde
yalnızca akide konusunu ele aldık. Bundan sonraki yazılarımızda da diğer iki
kavramı aynı yaklaşımla inceleyeceğiz.
__
24.12.2014 tarihinde şu adreste yayımlandı:
http://ibredergi.com/arap-islam-siyasal-aklinin-olusumunda-uc-anahtar-kavram-1-akide.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder