Doktora tez
tartışma toplantıları dizisinin altmış ikincisinde SETA İstanbul dış politika
araştırmacılarından Dr. Ali Aslan, 2012 yılında University of Delaware (ABD)
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladığı “Performing
Turkey: Continuity and Change in Turkish Statecraft, 1990-2012” başlıklı
doktora tezini sundu. Modernlik, hegemonya ve politikanın bir arada düşünülmesi
çerçevesinde Türkiye’de yaşanan değişim algısı tartışmanın temel sorunsalını
oluşturdu. Bugüne kadar modernlik odaklı dış politika çalışmalarında
modernliğin kimlik boyutuna atıflar yapılmış ve dış politika büyük oranda bu
amaçla yönlendirilmiştir. Modern dönemde modern olma amacı yeni kimliklerin
inşasının arka planında önemli bir yerde durmaktadır. Burada dikkate değer olan
bir durum da modernliği sorunsallaştıranların çalışmalarında ulus-devleti ele
almıyor olmalarıdır. Modernliğin en temel yapı taşlarından olan ulus-devletin
bu çerçevede ele alınmayışı modernlik tartışmalarının bir eksikliğidir.
Modernliğin en asli unsuru olan ulus-devletin temel özne olarak ele alınması ve
modernliğin dış politika yoluyla yeniden üretilmesi Aslan’ın çalışmasının odak
noktasını oluşturmaktadır.
Burada
post-yapısalcı okulun modernliğe yaklaşımını da ele almakta ve eksik yönlerini
ortaya koymakta fayda var. Post-yapısalcılık, modernliği problematize ederken
esas itibarıyla devletin kendisini yeniden üretip üretememesini incelemekte,
fakat bu incelemeye modernliğin kimlik boyutunu dâhil etmemektedir. Kimlik
konusu her ne kadar yakın zamanda yapılan çalışmalara dâhil edilmiş olsa da, bu
çalışmalar devlet ve elitleri bir bütün olarak ele almak gibi bir sorunu
barındırmaktadır. Post-yapısalcı düşüncede eylemi yapan aktör üzerine
odaklanılmaz, belli bir ortamda yaşanan olaylara bakılır, fakat aktörler bu
olayların müsebbibi olarak gösterilmez. Aktörler üzerine yoğunlaşılmamasının
doğurduğu sonuçlardan birisi de çalışmalarda kimlik boyutunun eksik kalmasıdır.
Modern devlet
ve bunun kimlik boyutunun beraber ele alınması ile modernlik ve hegemonya
tartışması daha sağlıklı bir biçimde yürütülebilir. Aslan’a göre modernlik
ulus-devlet üzerinden üretilmektedir. Burada dış politikanın
kavramsallaştırılması gereklidir. Dış politika çalışan araştırmacılar
devletler arası ilişkilere odaklanırken; Aslan, post-yapısalcı bir yaklaşımla,
devletin sürekli olarak iç-dış ayrımıyla kendisini üretmek zorunda olduğunu
iddia etmektedir. İç-dış kimlik inşasına verilebilecek en güzel örneklerden
birisi, Soğuk Savaş döneminde ABD’nin ürettiği kapitalist kimlik olup Sovyet
Bloğu’nun komünizm vurgusu üzerinden bir kapitalist kimlik inşası söz
konusudur. Burada bir kimlik siyasetinden ziyade kimlikleşme siyaseti, yani sürekli
bir varoluş hali, sürekli bir kimlik tanımlaması mevcuttur. Bu durum da modern
dönemle beraber yerel-seküler otoriteler ortaya çıkmış ve meşrulaşmıştır.
Tarihin akışı içerisinde Vestfalya Antlaşması gibi farklı gelişmeler bu
otoritelerin ortaya çıkışına destek olmuştur. Aslan’a göre hegemonya kurmak
isteyen bir siyasi güç şu üç alanda tutarlı bir söylem oluşturmalıdır:
iç-toplum, dış-uluslararası alan, sistem-yakın çevre.
Kemalizm,
Osmanlı’da kısmen başlayan devlet merkezli modernliği kabul etmiştir. Bu geçişi
seküler ve milliyetçi bir millet tanımı üzerinden yapmıştır. Kemalizm, iç
politikada seküler-milliyetçi, dış politikada devlet merkezli bölgesel düzen,
uluslararası sistemde Batı’nın hegemonyasını kabul eden ve buna dahi olmaya
çalışan bir duruş öngörmüştür. Farklı süreçlerde kullanılan dil ve söylemlerle
bu duruş sarsılmıştır. Adnan Menderes dönemi, 1961 Anayasası ve sonrasında
Kemalizm değişen politik şartları kendi söylemine dâhil etme gayretine
girmiştir. Kemalizm’in asıl krizi 1980’lerin sonu 1990’ların başında ortaya
çıkmıştır. Zira öngördüğü seküler-milliyetçi toplum ve Batıcı kafa bu tarihten
itibaren uyuşmazlık göstermeye başlamıştır. Dolayısıyla Kemalizm’in toplumu
temsili manasında birtakım sıkıntılar baş göstermiştir. Liberal, Kürtçü ve
İslâmcı akımların bu dönemde artan görünürlüğü de bu durumu destekler
niteliktedir.
2002 yılı
itibarıyla AK Parti yeni bir kimlik ve proje ile sahneye çıkmıştır. Kemalizm
kadar olmasa dahi muhafazakâr, hatta İslâmcı çizgiden bir parti olan AK Parti
ulus-devleti kabul etmiştir. Burada “muhafazakâr demokrat” tanımı önem arz
etmektedir. Modernliğin üç ideolojisi liberalizm, sosyalizm ve
muhafazakârlıktır. Muhafazakârlık yerel olana diğerlerine oranla daha fazla
değer verdiği için seçilmiştir. Liberal demokrasi ise iktidarı sınırlandırmaya
çalışır, toplumun değişimini destekler. Muhafazakâr demokrat toplum içeride,
dışarıda bölgeyi ve Vestfalya ile ortaya çıkan sistemi zorlayan bir anlayışa
sahiptir. İslâmî vurguların arttığı, bölge siyasetine aktif olarak dâhil
olunan, ulus-devleti hem sahiplenen hem de onun boyutlarını aşındıran bir
anlayıştır bu. Küresel düzlemde tek değil birçok medeniyet olduğunu ve
Türkiye’nin birden çoğuna üye olduğunu savunur bu anlayış. Aslan, bu tarz
ikilemlerden dolayı AK Partili Türkiye’nin hegemonik bir krizle karşı karşıya
olduğunu iddia etmektedir. Ona göre Türkiye’nin bunu aşması gerekmektedir.
Aslan’ın tezindeki temel sorunsalı modernlik, hegemonya ve dış politika
arasındaki ilişki oluşturmaktadır. Küreselleşen dünyada gerek modernlik gerekse
hegemonya değişimi tartışmalarının önemi artmaya başlamıştır. Bu tartışmaların
bir kısmı kimlik, bir kısmı ise ulus-devlet konusunu ele almamaktadır. Ali
Aslan işte bu noktada kimlikleşme kavramını ve ulus-devleti bir araya
getirmekte ve Türkiye’nin 1990’lardan beri devam eden değişimine farklı bir
perspektiften ışık tutmaktadır.
__
Bilim ve Sanat Vakfı Küresel Araştırmalar Merkezi’nin 26 Mart 2014 tarihinde düzenlediği TEZAT toplantı dizisinin altmış ikinci oturumunda SETA Vakfı araştırmacılarından Dr. Ali Aslan’ın yaptığı “Türkiye’nin Devlet İdaresinde Süreklilik Ve Değişim, 1990-2012” başlıklı sunumun değerlendirme metnidir. BİSAV Bülten’in 84. sayısında yayımlanmıştır.
http://www.bisav.org.tr/yayinlar.aspx?module=makale&yayinid=207&menuID=2_3&yayintipid=3&makaleid=1277