14 Aralık 2018 Cuma

DIŞ POLİTİKADA REALİST DÖNÜŞÜM


Arap Baharı, başlangıcından itibaren Türk dış politikasının temel meselelerinden biri oldu. Türkiye gerek Suriye ve Irak ile paylaştığı sınırlar, gerek bölge ülkeleri ile 2000’li yıllardan itibaren geliştirdiği ilişkiler nedeniyle bu süreci yakından takip etmekle kalmadı, süreç içinde kendince makul bir duruşla gelişmelere müdahil oldu. Böyle bir sorumluluğu almanın doğal bir sonucu olarak, bölgesel dinamikler ve küresel müdahaleler dolayısıyla yarım kalan baharın ortaya çıkardığı problemleri göğüslemek zorunda kaldı. Baharın sonbahara dönüşümü Türkiye’nin bölgesel ölçekte olası müttefiklerini ortadan kaldırırken ciddi güvenlik sorunlarını da beraberinde getirdi. Suriye’deki devrim hareketinin Esad rejimini devirememesi, terörizmin küresel ölçekte en önemli temsilcilerinden olan DEAŞ ve PKK/PYD/YPG örgütlerinin Suriye’deki otorite boşluğundan faydalanarak terör faaliyetlerini artırması, başta Rusya, İran ve ABD olmak üzere küresel ve bölgesel aktörlerin bu topraklardaki etkinlikleri Türkiye’nin başından beri müdahil olduğu Suriye sorunundan uzak kalamayacağını gösteren faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yumuşak ve Sert Gücün Birlikte Kullanımı

Ak Parti iktidarı, Türk dış politikasının önemli dönüşümler geçirdiği bir sürece tekabül eder. Bu dönemdeki dış politika anlayışının sonuçlarının olumlu ya da olumsuz olması geniş bir tartışmanın konusu olmakla beraber iki noktanın altının çizilmesinde fayda var. Birincisi, Türkiye bölgesel bir aktör olma iddiası etrafında bir dış politika inşa etti. Stratejik derinlik ve buna bağlı olarak komşularla sıfır sorun doktrini Türkiye’nin bu iddiasını özellikle Arap devrimlerine kadar destekledi. Böyle bir iddiayı taşımanın doğal bir sonucu olarak da muhtemel sorunlarla yüzleşmek durumunda kaldı/kalıyor/kalacaktır. İkincisi, bu süreç Türkiye için bir öğrenme süreci anlamına geliyor. Bölgesel güç olma iddiasını gerçekleştirebilmek gelişmelere göre farklı ittifaklar geliştirmeyi, yeni söylemler üretmeyi, gücün yumuşak ve sert varyasyonlarını kullanmayı gerektiriyor ve Türkiye de bütün bunları tecrübe ediyor. Afrin’de PKK/PYD terör örgütlerine düzenlenen Zeytin Dalı Harekâtını ve dış politikamızın evirildiği yeri sağlıklı biçimde ele alabilmek için bu iki hususu göz önünde bulundurmak gerekmektedir.

Arap devrimleri başladığında bölge ülkelerine model teşkil edebilecek bir ülke olarak lanse edilen Türkiye, buradaki yerel müttefiklerinin başarısızlıkları, bölgesel aktörlerin çıkar çatışmaları ve özellikle ABD’nin başını çektiği batı blokunun çelişkili tavırları dolayısıyla Mısır’da seçilmiş hükumetin darbe ile devrilmesinden sonra yalnızlaşan bir konuma sürüklendi. Bu tarihten sonra çıkmaza giren Suriye devrimi, Rusya ile yaşanan uçak krizi, Filistin’de İsrail’in artan şiddeti, DEAŞ’ın Suriye’de geniş topraklara yayılması ve Irak’ın toprak bütünlüğünü bozması, Irak hükumetiyle yaşanan sorunlar, IKBY’nin Kuzey Irak referandumu gibi gelişmeler Türkiye’nin üzerindeki baskıları artırdı. İşte tam da bu süreçte başlayan Fırat Kalkanı Harekâtı Türkiye’nin bölgedeki diğer devletlerle kıyaslanamayacak devlet tecrübesinin devreye girişini ve söylemin eyleme dönüşmesini göstermesi açısından önem arz etmektedir. Şu günlerde yürütülen Zeytin Dalı Harekâtı da Türkiye’nin gerektiği takdirde sert güç unsurlarını kullanmaktan çekinmeyeceğini göstermesi ve bölgede muhatap alınacak başat aktörlerden olduğunu göstermesi açısından mühimdir.

Söylem Eyleme Dönüştürüldü

Dış politikada geliştirilen güçlü söylemlerin altını doldurabilecek eylem kapasitesine sahip olmak önem arz etmekte, hatta eylem kapasitesine sahip olmanın ötesinde söylemi eyleme dönüştürebilmek gerekmektedir. Türkiye’nin özellikle 15 Temmuz darbe girişimden sonra ortaya koyduğu dış politika çizgisi bu anlamda eylemin söylemi desteklediği, zor kararlar ile ülke çıkarlarının korunmaya çalışıldığı bir çizgi olması hasebiyle ehemmiyet arz etmektedir. Sürekli tektonik hareketlerin dış politika yapmayı zorlaştırdığı bir coğrafyada dış politikamızın en önemli sorunlarından birisi realist bir bakış açısının eksikliği ve bu bakışın gerektirdiği adımları atabilme kapasitesinin kullanılmamış olması idi. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtları Türkiye’nin daha realist ve sert güç unsurlarını devreye soktuğu bir dış politika anlayışıyla hareket ettiğini göstermektedir.

Masada Elimiz Güçleniyor

Askeri açıdan yoğun bir ölçekte yürütülen Zeytin Dalı Harekâtı, Türkiye’nin hem güvenlik çıkarlarına hem de Suriye’de faaliyet gösteren diğer aktörlere nazaran bölgenin geleceğine ne derecede önem verdiğini ortaya koymaktadır. Bunun doğal bir sonucu olarak da Suriye’nin toprak bütünlüğü ve geleceği söz konusu olduğunda masada olması gereken başat aktörlerden birisi olduğunu göstermektedir. Harekât ayrıca, Rusya ve İran ile yürütülen çözüm sürecinde başarılı bir görüntü çizen Türkiye’nin masada elini güçlendirmektedir.

İttifakların hızlı biçimde değiştiği bölgemizde böyle bir harekâtın yürütülmesi geleneksel müttefiklerimize –ABD, NATO, vs.- Türkiye’nin kendi çıkarlarına uygun olmayan durumlarda esnek biçimde yeni ittifaklar arayabileceğini göstermektedir. Türkiye gibi orta ölçekte bir gücün bu manevra kabiliyetine sahip olması küresel siyasetin odak noktasında bulunan bir bölgede siyaset yapmayı karmaşıklaştırmakla birlikte kolaylaştırmakta, tek bir siyasi kutbun yörüngesine girmesini engellemekte, böylece dış politika yapımında daha özgür biçimde adım atmasına imkân vermektedir.

Değişen Şartlara Uyum Sağlandı

Fırat Kalkanı Harekâtı ile DEAŞ’a karşı verilen en somut mücadeleye imza atan Türkiye’nin tehdit olarak gördüğü PKK/PYD’nin sınırlarında oluşturmaya çalıştığı terör koridoruna karşı harekete geçmesi kaçınılmazdı. ABD’nin bu süreçte ısrarla PKK/PYD’ye destek vermesi daha önce bahsedildiği üzere Türkiye’nin geleneksel müttefikleri ile Suriye özelinde ortak noktada durmadığını göstermektedir. Tam da bu noktada Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtları, küresel fay hatlarının uçlarında bulunan Türkiye’nin kendi çıkarlarını ve buna bağlı stratejilerini değişen şartlara göre ayarladığını göstermektedir. Yalnızlaştırılmaya çalışıldığı bir dönemde böylesi adımların atılması, şartları yeniden şekillendirmekte, yeni ittifaklara zemin hazırlarken, geleneksel müttefiklere de Türkiye’nin vazgeçilmezliğini kanıtlamaktadır. Barındırdığı bütün risklere rağmen Zeytin Dalı Harekâtı Türkiye’nin imkânları ölçüsünde kendisine yönelen tehditlere karşı durduğu bir adımdır ve Fırat Kalkanı Harekâtı ile beraber değerlendirildiğinde Türk dış politikasının geleceğinde daha realist bir çizginin hâkim olacağını gösterir niteliktedir.

___

Bu yazı 08.02.2018 tarihinde Yeni Şafak Gazetesinde yayınlanmıştır: https://www.yenisafak.com/hayat/dis-politikada-realist-donusum-3109974

KÖRFEZ’DE KRİZ VE TÜRKİYE’NİN YAKLAŞIMI


Yeni bir çok değişkenli denklem gündemimizi meşgul ediyor: Katar krizi. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin başını çektiği körfez ülkeleri İran’la yakın ilişkiler kurduğunu ve teröre destek verdiğini öne sürerek Katar’a yönelik geniş çaplı bir ambargo başlattı. Krizi anlamlandırabilmek için Suudi Arabistan’ın bölgesel konumu, Körfez ülkelerinin dış politika anlaşmazlıkları, İran’ın bölgede artan faaliyetleri, ABD Başkanı Donald Trump’ın Suudi Arabistan ve İsrail’i ziyaret etmesi, İngiltere’nin Katar üzerindeki nüfuzu, Mısır’da cunta yönetiminin Müslüman Kardeşler ile imtihanı, Türkiye’nin özellikle Arap devrimleri dönemindeki duruşu ve dış politika anlayışı gibi değişkenleri hesaba katmak gerekiyor. Katar krizinin Türkiye’nin bölge politikası açısından önemli bir süreç olduğu âşikar. Nitekim Türkiye bunun bilincinde olarak kriz patlak verir vermez net bir biçimde Katar’ın yanında olduğunu belirti ve pek çok devletle temasa geçerek krizin çözümü için çaba sarf etmeye başladı.

Krizin İki Temel Sebebi

Krizin arka planında hassas hesapların yattığı spekülasyonunu yapabiliyorsak da ambargo koalisyonunun talepleri krizin iki temel sebebi olduğunu söylüyor: Katar’ın Suudi Arabistan’a rağmen İran ile yakın ilişkiler kurması ve başta Müslüman Kardeşler ve Hamas olmak üzere bölgedeki muhalif İslamcı hareketleri, ambargo koalisyonunun deyimiyle “terör örgütleri”ni desteklemesi. Katar geçtiğimiz yıllar içerisinde özellikle El Cezire televizyonu üzerinden yumuşak gücünü geliştiren ve bölgede statükoyu sarsıcı işlere imza atan bir aktör. Bununla beraber Arap devrimlerinin başından beri de muhalif gruplara destek veriyor. Mısır’da Müslüman Kardeşler’i, Filistin’de Hamas’ı, Suriye’de farklı muhalif grupları desteklediği biliniyor. Bütün bunların üzerine bölgede yeni bir gücün ortaya çıkmasını engellemeyi dış politikasında amaç edinen Suudi Arabistan’ın varlığına rağmen, dış politikada denge arayışı çerçevesinde Türkiye ve İran ile kurduğu rahat ilişkiler ile diplomatik kartlarının sayısını artırıyor. Katar’ın bu yaklaşımı doğal olarak bölgede özellikle Suudi Arabistan ve İsrail açısından korunması önem arz eden statüko için tehdit teşkil ediyor.

Peki, bu kriz Türkiye için ne anlama geliyor? Arap devrimlerinin başlangıcı Türkiye ve Katar arasındaki ilişkilerin güçlendiği bir dönemin de başlangıcıydı. Bu süreçte Türkiye’nin imajı bölgedeki muhalif aktörler için örnek teşkil etmiş, Türkiye de bunun bilincinde olarak statükonun değişimine destek vermişti. Benzer şekilde Katar da hem devlet hem de devlet dışı kurumları ve medyasının da büyük katkısıyla değişim rüzgârına katkı sunmuştu. Türkiye ve Katar bu dönemdeki tutumları dolayısıyla uluslararası alanda “değerli bir yalnızlığı” paylaşmışlardı. Arap devrimleri sürecindeki değişim trendi, Mısır’da seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin darbe ile iktidardan düşürülmesi ile sekteye uğramış, Suriye’de küresel ve bölgesel aktörlerin devreye girerek Esed rejimini hayata bağlaması ile de tamamen çıkmaza girmişti. Bu olumsuz gelişmeler sonrasında Katar daha hesaplı bir biçimde de olsa muhalif gruplara desteğini sürdürmüş, pek çok muhalif isme ev sahipliği yapmaya başlamıştı. Görünen o ki, Katar’a uygulanan ambargo ile “Arap Baharı”nı ortaya çıkaran zeminin ortadan kaldırılması amaçlanıyor.

Güvenilirliğini Artıracak

Arap devrimleri döneminde muhalif grupları destekleyen aktörlerden birisi olan Katar’a uygulanan ambargo Türkiye tarafından ciddiyetle karşılanmak durumundaydı zira Türkiye’nin Katar gibi bu süreçte muhalif gruplara destek verdiği bilinen bir gerçekti. Türkiye’nin ilkesel olarak benzer dış politika anlayışını benimsediği Katar’a bu süreçte destek vermesi kendi duruşu ve imajı açısından tutarlı olmasının bir gereği. Politika yapıcıların kriz yönetimini benzer bir süreçle Türkiye’nin de karşılaşabileceği ihtimalini göz önünde bulundurarak yürütmenin sağlıklı sonuçlar vereceğini düşünerek hareket etmeleri anlaşılabilir bir tutum. Türkiye’nin Katar’ın yanında durması kendi tezlerinin arkasında durması anlamına da geleceği için değerlidir. Bununla beraber Türkiye’nin müttefikinin yanında durması kriz sonrasını göz önüne alırsak bölgedeki diğer aktörler nezdindeki “güvenilir müttefik” imajına da olumlu katkı yapacaktır.

Dış politika yapımı çok değişkenli ve çok katmanlı bir süreçtir. Özellikle Ortadoğu gibi denklemlerin anlık değişebildiği kaygan bir zeminde pek çok faktörü göz önüne alarak adım atmak önem arz ediyor. Katar’ın şu anda en güvenilir müttefiki konumunda olan Türkiye’nin bu ülkeye destek verirken çok farklı senaryoları, farklı aktörlerle ilişkilerini, bugünü olduğu kadar yarını da düşünmesi gerekiyor. Bölgedeki İran yayılmacılığını dengelemede katkı sunma potansiyeli çok yüksek olan Suudi Arabistan ile ilişkilerin en az zararla atlatılması başta Suriye iç savaşı olmak üzere pek çok konuda Türkiye’nin elini rahatlatacaktır. Bu anlamda yakın zamanda düzelen ilişkilerin tekrar zarar görmesi Türkiye açısından istenmeyen bir durumdur. Türkiye’nin mezhep ayrımı gözetmeyen dış politika söylemi bu süreçte en önemli silahı olarak karşımıza çıkıyor. Süreci İran-Suudi Arabistan geriliminin angajmanına girmeden yürütebilmek krizin çözümüne katkı sunacağı gibi, yeni ittifaklara kapı aralayabilir ve Türkiye’nin elini güçlendirir.

___

Bu yazı 16.06.2017 tarihinde Yeni Şafak Gazetesinde yayınlanmıştır: https://www.yenisafak.com/hayat/korfezde-kriz-ve-turkiyenin-yaklasimi-2722934


DIŞ POLİTİKADA REALİST DÖNÜŞÜM

Arap Baharı, başlangıcından itibaren Türk dış politikasının temel meselelerinden biri oldu. Türkiye gerek Suriye ve Irak ile paylaştığı ...