2013 yılından itibaren
muhalefet partileri tarafından Cumhurbaşkanı Erdoğan için kullanılan “diktatör”
söyleminin 15 Temmuz ile başlayan süreçte özellikle Batılı aktörlerin de
kullanımı ile uluslararası boyut kazandığı görünüyor. Daha doğrusu, özellikle
küresel medya tarafından belirli aralıklarla zaten kullanılan “diktatör”
kavramı, 15 Temmuz darbe girişiminin başarısızlığa uğraması ile daha da yoğun
biçimde piyasaya sürülmeye başlandı. Henüz darbe girişiminin ilk saatlerinde
çeşitli Batılı televizyon kanallarındaki programlarda ve gazete yazılarında
darbenin başarısızlığının Türkiye'nin yarınları için umutsuzluğa neden olduğu
söyleniyordu. Türkiye'nin içinden geçtiği süreç, özellikle 2010'da İslâm
dünyasında başlayan kitlesel hareketler ile beraber okunduğu zaman Batılı
aktörlerin söyleminin 15 Temmuz sonrası oluşmuş münferit bir söylemden ziyade
özellikle İslâmcı aktörlere karşı sistematik olarak kullandıkları bir söylem
olduğu anlaşılacaktır. Batı merkezli bir kurum olarak demokrasi rejiminin yahut
Batı'nın anladığı şekliyle demokrasinin İslâmcılar veya İslâmcı kökenli siyasal
hareketler ile imtihanının başarılı olmadığı aşikârdır.
Meydanları
İslâmî Kesim Doldurdu
Arap devrimleri ile
başlayan süreç Ortadoğu'da İslâmî kimliğe sahip aktörlerin siyasi yapıları
önemli ölçüde dönüştürdüğü, hatta yeniden tanımladığı bir süreçti. Bu süreçte
-belirli bir dönem için bile olsa- başarıya ulaşan halk hareketlerinin
yaşandığı ülkelerde İslâmî aktörler iktidara taşındı. Arap devrimlerinin
başlangıcından İslâmî aktörlerin elimine edildiği karşı darbelere kadar geçen
süre Batı dünyası için işlerin kontrolden çıktığı, küresel sisteme belli
ölçülerde muhalif İslâmî hareketlerin alternatif söylem ve eylem üretebileceği
bir süreçti. Bu sebeple Batı, yeni bir demokrasi dalgası olarak nitelendirdiği
“Arap Baharı'nı” bitiren girişimleri destekledi. Mısır'da seçilmiş
Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin darbe ile devrilmesi, Tunus'ta siyasi
baskıların etkisiyle Nahda hareketinin daha ılımlı bir siyaset tarzını
benimsemesi ya da geri çekilmesi, Suriye'de devrim hareketinin hiç başarıya
ulaşamaması Batının bahsettiğimiz endişeleri ile yakında ilintilidir. 11 Eylül
saldırıları sonrası ABD merkezli Batı ittifakının İslam dünyasını demokrasi ile
özgürleştirme seferleri, Arap devrimlerinde İslâmcı aktörler seçimle iktidara
geldiğinde yerini demokrasinin İslâmcıların elinde otoriter rejimler ortaya
çıkaracağı savına bırakıyordu. Bu savdan hareketle de Batı, Ortadoğu
halklarının mücadelelerine ket vuran darbe ve benzeri girişimlere karşı en iyi
ihtimalle sessiz kaldı. Buradan hareketle Türkiye özelinde Batının darbenin
başarısızlığı sonrası verdiği tepkilerin birbiriyle ilintili iki temel sebebi
olduğu iddia edilebilir: Erdoğan liderliğindeki Türkiye'nin Batı nezdinde bahsi
geçen portreye uygun olması ve bunu destekleyen bir gelişme olarak İslâmî
kesimin “İslâmcı” yönetimi sahiplenmesi.
İslâmî kesim henüz darbe
girişiminin başlangıcında darbecilerin hedef aldığı stratejik noktalara akın
etmiş, İslâmcı olarak nitelendirebileceğimiz aktörler darbe girişimine karşı
meydanları organize etmişlerdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gece yarısı yaptığı
sokağa çıkma çağrısı ise gerçek anlamda bir dönüm noktası olmuş, geniş kitleler
meydanlara yönelmiştir. Türkiye'nin her yerinde düzenlenen mitinglere dikkatle
bakıldığı zaman katılımcıların çoğunluğunu muhafazakâr kesimin oluşturduğu,
İslâmî kimliğe sahip sivil toplum örgütlerinin tabanlarını örgütlediği ve
meydanlarda stantlar kurmak suretiyle sahada aktif biçimde yer aldığı, AK Parti
teşkilatlarının başından beri organizatör rolü oynadığı görülecektir. Nitekim
meydanların fotoğrafını çekmeyi amaçlayan çeşitli araştırmaların sonuçları da
katılımcıların genel itibariyle İslâmî/muhafazakâr kesimden olduğunu ortaya
koymaktadır. Bu gözlem tabii ki farklı sosyal-siyasal çevrelerden insanların
meydanlarda olmadığı anlamına gelmemektedir.
Batılı
Demokrasi İslâmcıları Tehlike Olarak Algılıyor
İslâmî kesimin 15 Temmuz
sonrası darbe savma sürecini, “aslında demokrasiyi” bu kadar içtenlikle
sahiplenmesinin en önemli nedenleri, İslâmî kesimin Ak Parti ile beraber
devlet/sistem ile barışması, Türkiye'nin darbelerle dolu geçmişinden ve son yıllarda
yanı başımızdaki ülkelerde yaşanan gelişmelerden dersler çıkarmasıdır.
Özellikle 28 Şubat sürecinin sancılarını iliklerinde hisseden İslâmî kesim,
Erdoğan liderliğindeki Ak Parti'yi önemli ölçüde sahiplenmiş, güçlü bir siyasi
iradeyi siyasal, sosyal, ekonomik rahatlamanın öncülü olarak görmüştür. 2007
yılında orduyu darbe yapmaya çağıran cumhuriyet mitingleri düzenlenirken
dillendirilen “tankların üzerine çıkarak darbeye karşı durma” sözlerinin İslâmî
kesimde karşılığının olduğu 15 Temmuz girişimi ile açıkça görülmüştür.
Siyasetin son yıllarda ürettiği olağanüstülük söyleminin de meydanların bu
kadar dolu olmasına katkı sağladığı söylenebilir. Sürekli ciddi badireler
atlatan Ak Parti iktidarının ve özelde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yanında olma
fikri ciddi bir motivasyon kaynağıdır.
Arap baharını sona
erdiren karşı darbe girişimleri Türkiye kamuoyunca yakından takip edilmiş,
süreç İslâmî bakış açılarıyla değerlendirilmiş ve tepkiler bu yönde
verilmiştir. Özellikle Mısır'da seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin
Abdulfettah Sisi tarafından darbe ile devrilmesi Türkiye kamuoyunda büyük yankı
uyandırmıştır. Meydanlarda günlerce Mursi lehine mitingler düzenlenmiş, bu
mitinglerde İslâmî semboller kullanılmıştır. Mursi'nin hapsedilmesi, Müslüman
Kardeşler'in baskı ve işkencelere maruz kalması, Türkiye'de İslâmî kesimin
hafızasında oldukça tazedir. Türkiye'nin de ikinci bir Mısır olma ihtimali
İslâmcıların darbe girişimine karşı durmasının önemli sebeplerindendir.
Batı dünyasının darbe
girişimi sonrası gösterdiği tepkiler izlendiğinde darbenin uluslararası
zemininin hazırlandığı açıkça görülmektedir. Özellikle Batı merkezli küresel
medyanın sürecin başından beri Türkiye'deki gelişmeleri aktarma biçimi ve
kullandığı üslup planlı bir harekâtın ortaya konulduğuna işaret etmektedir.
Batı dünyasının diline pelesenk olan “demokrasi” kavramının kontrol altında
olduğu sürece iyi, İslâmcılar gibi Batı'nın gözünde öteki olan gruplar iktidara
taşındığı zaman ise kötü olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Batı, dünyaya pazarladığı
değerleri ile çelişmek pahasına Türkiye'deki darbe girişimine karşı sessiz
kalmış, hatta sessiz kalmakla yetinmeyip güçlü medyası ile darbecileri
aklamaya, meydanları dolduran insanları karalamaya çalışmıştır. Demokrasi
rejiminin en temel parçaları olan özgür seçimleri ve çoklu siyasal partili
ortamı kısıtlayacak ya da tümüyle ortadan kaldıracak, anti-demokratik kurumları
meşrulaştırıp işletecek bir darbe girişimine bu şekilde tepkiler verilmesinin
farklı bir izahı yoktur.
___
Bu yazı 18.09.2016 tarihinde Yeni Şafak Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
http://www.yenisafak.com/hayat/bati-demokrasisinin-islamcilar-ile-imtihani-2533081